EROL MARAŞLI

EROL MARAŞLI

Gazeteci -Yazar

Kültürümüzdeki Zorbalık

24 Ocak 2021 - 13:25

Geriye dönüp bakıyorum da 600 yıllık bir imparatorlukta elli bir Vezir-i azam- Sadrazam asıl mış… Sayısını bilemediğimiz kadar vezir/Bakan aynı akıbete uğramıştır.

Cumhuriyet sonrası ise Başvekil Adnan Menderes ile Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan cellada teslim edilmiştir: yani bir başbakan iki bakan asılmıştır.

Bu toprakların Kadim kültüründe şiddet hakimdir: şehzadeler, devlet görevlileri, bilim adamları, şairler ve edipler de bu kıyımdan nasiplerini almışlardır.

Bu kıyımın gerekçeleri çeşitlidir: devlet-i ebed müddet, saltanatın soya dayalı korunması, kardeş kavgası sonucu, muhalefetin susturulması…

Osmanlının son döneminde meşrutiyetin ilanından sonra bile zorbalıkla; muhalifler, devlet adamları, gazeteciler ya boğdurulmuş ya kurşunlanmış ya da sürgüne gönderilmişlerdir. 

Cumhuriyet döneminde de söz ve fikir hürriyeti ve insan haklarının anayasanın teminatı altında olduğu yazılmasına ve yapılan uluslararası sözleşmelere rağmen sadece yazılı belge olarak lafta kalmıştır. 

İlk kuruluş yıllarında Trabzon mebusu/milletvekili Ali Şükrü Bey'in suikasta uğrayarak öldürülmesi üzerine olayın sorumlusu olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün muhafızı olan Topal Osman’ın da yine aynı cenaha mensup İsmail Hakkı tarafından öldürülmesi…

Türkiye Komünist Fırkası/Partisi genel sekreteri/ O yıllarda komünist partiler genel başkanlık yerine genel sekreterlik tarafından yönetilirdi./

Mustafa Suphi’nin yoldaşlarıyla beraber Rusya’ya geri dönerken Karadeniz de Yahya Kaptan tarafından boğularak denize atılması…

İstiklal mahkemelerinde gerçek suçluların yanı sıra sadece muhalif olan kişilerin de susturulması…

Ardahan mebusu Deli Halit Paşa'nın suikasta kurban gitmesi…muhalif 150’likler listesi…
1938-1950 sonrası yapılan zulümler…

1950 sonrası gazeteci Ahmet Emin Yalman'ın Hüseyin Üzmez tarafından vurulması…bu dönemde muhalif bir partinin /Millet Partisi/ genel başkanı Osman Bölükbaşı'nın hapislere atılması ve memleketi Kırşehir’in ilçe yapılması.

Yine muhalefet Partisi /CHP/nin genel başkanı; arkasında iki İnönü meydan savaşı bulunan garp cephesi kumandanı İsmet İnönü’nün memleketi olan Malatya’nın ilçesi Adıyaman’ın il yapılarak İsmet Paşa'nın gücünün zayıflatılması, seçim çalışması için Kayseri’ye giderken Himmet Dede tren istasyonunda jandarma tarafından önü kesilerek seyahatinin engellenmesi, ayrıca Uşak'ta Demokrat Partili birkaç müptezelin taş atarak, Uşak’ı Yunan istilasından kurtaran İsmet Paşayı yaralaması…

Birçok gazetecinin salt muhalefet ettiği için tutuklanıp cezaevine tıkılmaları, gazetelerin kağıt tahsislerinin DP’ye muhalefet eden gazeteler aleyhine azaltılması ya da kaldırılması.

TBMM çatısı altında kurulan ve geniş yetkilerle donatılan Tahkikat Komisyonun her gün yeni yasaklarla muhalefetin susturulması…

Adı Demokrat olan bir partinin ve özgürlük mücadelesi veren Adnan Menderes için büyük bir handikaptı.

O yılları yaşamış ve dedesi bu partinin yöneticisi olan benim için bugün acı bir hatıra olarak zihnimde yaşıyor.

Bu kez devran döndü: Cumhuriyet Türkiye’si ilk kez askeri bir darbe ile karşılaştı: 27 Mayıs 1960 ihtilâli ile.

O dönemde Demokrat Partililer ve bu partiyi destekleyenler zulüm gördüler: mensupları Yassıada da kurulan ve paşaların emriyle yönetilen, yönlendirilen olağanüstü mahkeme de yargılandılar Başbakan Menderes ve iki bakanı asıldı.

Parti yöneticileri ağır cezalara çarptırılırken, muhalif gazeteler kapatıldı gazeteci ve yazarlar tutuklanarak Yassıada ve Balmumcu cezaevine gönderildiler.

Bunların içinde emekli generaller/Kore savaşı kahramanı Tahsin Yazıcı/, bilim adamları/Prof. Ali Fuat Başgil gibiler/ gazeteciler Peyami Safa, Necaip Fazıl Kısakürek, Orhan Seyfi Orhon; bunlar aklımda kalanlar…

Güya Demokrasi tesisi edildikten sonra bile anayasa hukuku hocası Prof. Ali Fuat Başgil hocamız süngü zoruyla kazanacağı cumhurbaşkanlığı adaylığından istifa ettirildi.

Daha sonra 12 Mart muhtırasını yaşadık: tutuklanmalar, cezaevleri, çalıştığı işten atılanlar ve asılanlar… 

1970-80 arasında Türkiye kardeş kavgasına itilirken birçok can aramızdan ayrıldı.

Kardeş kardeşi vurdu.

Binlerce insan öldürüldü, sakat kaldı, işinden gücünden oldu.

Korunma, eğitim ve yaşa hakları ellerinden alınanlar ülkesi haline geldik.

Derken ikinci ihtilali gördük: 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile 38 günlük Demirel hükümeti yıkıldı ve yerine yine askeri bir konsey anayasayı askıya alıp ülke beş general dikta rejimi ile yönetilmeye başlandı.

Siyasi parti liderleri göz altına alınıp, Alparslan Türkeş ve Milliyetçi Hareket Partisi ile Ülkücü kuruluş mensupları tutuklanıp cezaevlerine konuldular.

Sol Kesimden de birçok kişi cezaevine girdi: sağ sol gözetilmeden adilane hepimiz işkencelerden geçirildi, işkencede öldürülenler kaçarken vuruldular diye ilan edildi.

Daha sonra bir sağdan bir soldan düşüncesi ile genç fidanlar darağaçlarında sallandırıldı.

O dönem işkence görenlerden birisi olarak cuma salası verilirken işkence sırasında tahammülüm kalmamıştı da Rabbimden canımı alması için dua etmiştim.

***
İşte o günlerde daha fazla işkence görenlerden birisi Selçuk Özdağ kardeşimdi.

Ben Manisa MHP il başkanı olarak görev yaptığım dönemde Selçuk Özdağ Ülkü Ocağı başkanlığı yapmış birisi olarak işlemediği suç isnadıyla işkencenin her türlüsünden geçerek Yusufiye’de idi/ Ülkücüler cezaevine Yusufiye derler/ Orada da birçok ülkücü gibi davasını savunarak çilesini çekti.

Üniversite öğretim üyesi iken de zulüm gördü: fakülteden uzaklaştırıldı. Türk Milliyetçisi, Ülkücü- Alperen vasıflarını kaybetmeden siyasete atıldı.

Ülkü Ocakları Genel Başkanlarından rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun yol arkadaşıydı.

Ben Milliyetçi Hareket Partisinde MYK üyesi iken Selçuk Kardeşim de Büyük Birlik Partisinde MYK üyesiydi, siyasi partilerimizin ayrı olmasına rağmen hepimizin genel vasfı Ülkücü olmaktı.

Aramızdaki parti ve düşünce ayrılığına rağmen hiç kimse birbirine kin besleyip, düşman olmadı.

Selçuk Özdağ’a yapılan bu kalleşliği O’na muhalif bazı ülkücülerin yaptığına inanmıyorum, inanmak istemiyorum.

Çünkü albayımız, Başbuğumuz Türkeş bizleri kardeşi kardeşe düşman olarak yetiştirmedi.

Bizden sonraki Selçukların nesli ateş çemberinden geçerek yetiştiler.

Omuz omuz, yan yana sırt sırta mücadele verdiler.

Onlar; Türkeş’in ifadesiyle “Anadolu’nun uç beyleriydiler…Kar da leke vardı; onlar da yoktu.

Bu nesil Türk’ün büyük davası yolunun alnı pak, yüzü ak, vicdanı hür kardeş sevgisiyle yüklüydüler.

Kardeş kardeşi, bir ağabeyini bir Yusufiyeliyi darp etmesi, öldürmeye kalkması Türk’ün töresine ve ahlakına uymaz. Ülkücüyüm diyenin ülkücü ağabeyine eli kalkmaz. 

En büyük temennim suçluların bir an evvel yakalanmasıdır.

Verdiği vatan mücadelesini takdir ettiğim; bir ülkücü kadar değerlerimize sahip olan ve Türk Milliyetçisi damarı bulunan, sevdiğim ve inandığım Sayın Süleyman Soylu kardeşimizin bu şekilde bir şiddet olayının tekerrürüne meydan vermeyeceği gibi müsebbiplerini de adalete teslim edeceğine inancım sonsuzdur.

Selçuk kardeşime, Orhan Uğuroğu’na, Afşin kardeşime tekrar geçmiş olsun diyor onların Allah'tan başka kimseden korkmadıklarını bildiğimden yollarına devam edeceklerdir diyorum.


Erol Maraşlı

YORUMLAR

  • 0 Yorum