KEMAL BAŞAR

KEMAL BAŞAR

Tiyatro Yönetmeni & Oyuncu

Erdal ve Gürdal Tosun için...

02 Aralık 2019 - 11:00

3 sene önce yazmışım, Erdal’ı kaybettiğimizde. Erdal ve Gürdal Tosun için... Biz kardeştik. Nasıl unutulur...

Konservatuarda 3. sınıftayız. O gece rahmetli anneannem patlıcanlı pilav yapmış, bizi Bostancı'ya çağırdı, Galip'le Gürdal gelmek istemedi. Sanırım Taunus'u kaçıracaklardı o gece, yani Erdal'ın düşüncesi oydu. Ehliyet bir tek bende vardı, şuurlu yaptığımız tek hareket olarak, liderimiz Erdal arabayı bir tek benim kullanmama izin veriyordu. Öyle bir arabaydı ki hafif bir yokuş olsa üçü arabadan inip yürürdü, ben yokuşu arabayla tin tin çıkardım, oradan Erdal yanıma, diğerleri arkaya, devam ederdik. Dublajdan o gün kazandığımızı merak edip emekli maaşından fazla olduğunu görünce elimizden alıp kara günler için 4 mecidiyeye çevirerek saklayan Sevim Teyze olmasa alamazdık o Taunus'u ya bu başka bir uzun hikayenin konusu...

Patlıcanlı pilavı yiyoruz, Erdal dedi ki bunların başına bir şey gelir, çağıralım. Anneannem de üsteledi, Erdal 10. kez aradı evden, o zaman cep telefonu yoktu. Telefonu Galip açtı bu sefer. Erdal, "Galip Reis" dedi, "Gürdal Reise söyle, yarın sabah erkenden balığa çıkıyoruz". Ben aval aval bakıyorum, hiç öyle bir alışkanlığımız yok, daha önce bir kere yapmamışız, hatta ben balık tutmaktan oldum olası nefret ederim. Bizimkilere kırk yıllık balıkçılarmış gibi reis demesine yarım saat falan güldük tabii, anneannem fenalık geçirdi hatta. Ota boka güldüğümüz zamanlar... Meğer Galip balık tutmayı sevmez miymiş. Gürdal aldı o sırada telefonu, söyleniyor tabii, Erdal Kaptandan fırçayı yedi, kendine geldi. Bunlar Cihangir'den yola çıktı. O sırada Erdal "Yürü" dedi, "Balık malzemesi satanlar kapanmamıştır, bir şeyler alalım". Anneannem güngörmüş bir edayla "Hava lodoslu, bakın tehlikeli" dedi, bir yandan birbirimize reis dememize hala hafiften gülüyor, ama Erdal bu, kararı vermiş bir kere, "10 dakikaya geliyoruz Saime Reis" dedi anneanneme, kadıncağız gülmekten nefessiz kaldı, biz fırladık çıktık.

Erdal balıkçıya "10 metre ipek ver" dedi ağa bakarken, adam "Ağ satılık değil, süs" dedi, "Zaten 1 metrekare". Olta uçlarına bakmamı emretti Erdal, ben hiç anlamam. "Kalkan için ne var" deyince adam zıpladı tabii, "Neyle çıkıyorsunuz" dedi, Erdal'dan cevap: "Bizim balıkçı tekneleri var Sarıyer'de, çocuklar gelecek, bizi Bostancı'dan alacak, elimiz boş gitmeyelim". Dublajdan geliyoruz, iyi para var yanımızda, o zaman dublajda sıkı para vardı, ne varsa adama döktük, manasız ne varsa aldık, torbaları yüklendik. Adam herhalde 1 aylık satışını o gün yaptı, biz kahkahalarla döndük eve, ulan adamla nasıl dalga geçtik diye.

Eve aylardır ışık tutan ada vapurunun kaptanının gemiyi iskeleye yanaştırıp yolcuyu boşalttıktan sonra yüzünü kızdırıp elinde çiçekle kapıyı çalması, uzaktan dürbünle kestiği, gemi ışığını boş çevirmeyip her keresinde çılgınca el sallayan, dans eden, bizi eğlendirmek için kombinezonla camlara yapışan anneannemin 60 küsür yaşında olduğunu görüp kaçması da o geceydi galiba, neyse, bu da başka bir uzun hikayenin konusu.

Sabahın köründe Bostancı'daki barınaktan bir kayık kiraladık, bizde kuruş kalmadığından ödemeyi Galip Reis yaptı. O zaman henüz sahil doldurulmamıştı, Derya Gazinosu'nun yanından bir yerden, 2 metre uzunluğundaki kayığa atladık. Kürek bende, Ankara'da Lunapark'ın 50 santim derinliğindeki havuzunda bir iki kürek çekmişliğim var, ileri itiyorum Erdal vücudunu arkaya çekiyor, geri çekiyorum dirseğim ya Galip'in ya Gürdal'ın böğrüne geliyor. Arkamı görmüyorum, "Ananı" sesi gelirse Galip'in böğrü, anlıyorum. Kayık o kadar küçük. Hafif hafif rüzgar esiyor, hava kapalı, aklıma anneannemin lodos uyarısı geldi ya, şimdi denizden korktuğunu söylemek bir reise yakışmaz dedim, asıldım küreklere.

50-60 metre gittik gitmedik, bir gümbürtüyle gök gürledi, Galip "Ananı" dedi, bir rüzgar, bu sefer anamı hakikaten, tufan çıktı. Erdal Reis tehlike anında sorumluluğu üstüne alan açık deniz kaptanlarının telaşsız süratiyle kayığın önünden fırladı, dengesi bozuldu tabii, önce Gürdal'ın üstüne düştü, Galip bu arada az kalsın suya düşüyordu, "Ananı" dedi yine, ben altlarında kaldım, ama görev bilinciyle küreği suya düşürmedim, işini bilen tayfalar olarak derhal toparlandık, kaptan yanıma oturdu, o bir küreği aldı, ben öbürünü. Galip Reisle Gürdal Reis arkada, arkada dediysem 15 santim falan arkamızda kaskatı oturduklarından kayığın burnu havada, küreklere naçar tüm gücümüzle asılıyoruz kıyıya dönebilmek için, ama Kınalıada'ya doğru tam gaz götürüyor rüzgar bizi. Ayaklarda lastik tokyolar, o zaman parmak arası terlik de yoktu anasını satayım, üstümüzde tişörtler, bir yandan rüzgardan donuyoruz, bir yandan üstümüze bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, bir yandan Erdal'la benim avuçlarımız soyulmuş, kan revan içinde kalmışız, Galip ağlamaklı, Adana'da barajın yanında mangal yapacağına suya girip bir iki kulaç atsa doğru dürüst yüzme bilecek, ona hayıflanıyor, barajda yüzmek yerine mangal yaptığı günlere küfrediyor. Gürdal kımıldamadan ufka bakıyor. Erdal "Ulan kahvehanede Erol Taş gibi oturmayı bırak, gel kürek çek" demese kımıldayacağı yoktu, şöyle acı acı bir baktı Gürdal, Galip'e doğru 5 santim kımıldadı. En az 3 - 4 saat denizin ortasında çırpındık, rotasının tam ortasında cebelleştiğimizden önce üstümüze üstümüze gelip sonra dümen kırmak zorunda kalan ada vapurunun kaptanından önce pek çok acı düdük, sonra ana avrat küfür yedik, kıyıya vardığımızda öğleden sonra olmuştu. Yağmur da rüzgar da durmuştu. Perişan halde Bostancı iskelesine yanaşabildik, bizi yukarı balık malzemelerini satan adam çekti gülerek, "Ne oldu tekneniz mi battı, filika mı bu" dedi, terbiyemizi bozmadık. Malzemeleri kayıkta bıraktık, bir daha balığa çıkanın ebesini zaten, yürüdük gittik barınaktaki kayıkçıya Derya Gazinosuna değil de iskeleye yanaşabildik demek için.

Titriyoruz, kös kös evin yolunu tuttuk, kayıkçı da evden 100 metre sonra zaten, Galip ya da Gürdal haber verir. Erdal "Durun" dedi. "Anneanne bizden balık bekliyor, elimiz boş gidemeyiz reisler". Köprüden sonra sağdaki ilk balıkçıya girdik, Erdal 2 lüfer aldı, 1 kilo şundan, 1 kilo da bundan, 10 jumbo, Galip ıslak para çıkardı şortunun cebinden, Erdal "Kalanla da kalkan ver abi" dedi. Para yetmiyor, "Yarım ver o zaman" dedi.

Anneannem hiç bozmadı bizi, "Balıkçı torunlarım" diye kucakladı, banyoyu yaktı. O zaman banyo yakılırdı, kazana odun atılırdı. Annem ta Ankara'dan yetişip telefonda anneanneme çocuklar rakı içmesin dediği için bize "Vallahi rakı yok" demişti birkaç gün önce, sofradan kalkıp kalkıp "Ay ocağın altı", "Ay martı girmesin içeri, pencere", "Ay buzdolabı açık mı kaldı" diye gitmesinden anlayıp daha o gece zulasını bularak sakladığı rakı şişesini boş bir şişeye boşaltıp suyla doldurmuştuk.

Banyolar yapıldı, sofraya oturuldu, balıklar geldi, "Bu kalkan sakatmış yalnız" dedi anneannem, "Baksanıza sol tarafı yok, keşke tuttuğunuz gibi suya atsaydınız, yazık ayol". Gülmekten altımıza işeyeceğiz, o kadar. Sinirler zaten bozuk... "Rakı yok mu" dedim ilk nefes alabildiğim zaman, anneannem "Vallahi yok" dedi yine, Galip önce bize baktı gözlerinin içi gülerek, sonra suları doldurdu. Gürdal zıplaya zıplaya sessiz gülerdi, ondan yapıyor, anneannem konsantrasyon mutfakta olduğundan çakozlamadı. Biz balığa yumulurken anneannem "Ay dedi, martı girmesin", sofradan kalktı, mutfağa gitti. İçeriden bir ses geldi: "Öğğğ"... Rakı diye suyu dikince kafaya... Biz o sırada sofrada öyle duran ve anneannemin su sandığı rakıyı bölüşmeye başlamıştık bile.

Gürdal'ı 2000 yılında kaybettik, Erdal'ı da yarın uğurluyoruz kardeşinin yanına. Özlem hep büyüyecek. Nasıl unutulur!

YORUMLAR

  • 0 Yorum