HASAN ESER

HASAN ESER

mahalligundem.com Genel Yayın Yönetmeni

Pilav Üstü Komünizm

21 Eylül 2016 - 02:03

Hasan Eser /  21 Eylül 2016 - Küçük esnafa olan değer yargımı 10 yıl önce izlediğim ‘Dondurmam Gaymak’ filmi güçlendirdi.

O filmden sonra ‘hazır dondurma’ ile arama mesafe koyduğum gibi, gıda tüketimine yönelik endüstriyel markaları kullanmaktan imtina gösterir oldum.

Rahmetli babamın da küçük esnaf oluşunun elbet bunda etkisi vardı.

30 yıl kasaplık mesleğini icra eden babam, süpermarketlerin yaygınlaşmasıyla birlikte dükkanını kiraya verip kenara çekilmeyi tercih etmişti.

Sadece babam mı? Daha nice kasap, bakkal ve manav yerini terk etti süper marketlere…

Çeşme akarken kovasını doldurabilenler, ayağını yorganına göre uzatmak ve elindekiyle yetinmek suretiyle hayatını bir şekilde sürdürmeye devam etti. 

Tüm olumsuzluklara rağmen küçük esnaflıkta ısrar edenlerin büyük bir kısmı da, ‘ayakta kalacağım’ dediği yerde, önceden kenara ayırdığı birikimleri sonuna kadar tüketti.

İflas bayrağını çekenler ise mega işletmelerde üç kuruş maaşa talim etmek zorunda kaldı.

Küreselleşmenin getirdiği tekelleşme koca bir camiayı yok etti.

Hayır, isyan etmiyorum!

Nihayetinde dünya değişiyor. Öyle ki bir zamanlar Turgut Özal’ın çiftçiyi, esnafı, sanatkârı  ısrarla birleşmeye çağırmasını bugün çok daha iyi anlayabiliyoruz.

Şimdilerde de benzer bir çağrıyı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, şu sözleriyle yapıyor: Ortaklık kültürünü oluşturduğumuz gün Türk milletinin önünde kimse duramaz!

Ancak…

Toplum, Özal’ın çağrısına ne kadar karşılık verdiyse, Erdoğan’ın çağrısını da o kadar dikkate alıyor.

Çünkü ‘ortaklık’ fıtratımızda yok!

‘Ortak eşek semersiz gezer’ diyerek, tutturmuşuz bir türkü gidiyoruz. Modern ekonomi gerçeğini göremiyor ya da görmek istemiyoruz.

Yeri gelmişken paylaşmak isterim ki, bu konuda Sabah Gazetesi Ekonomi Müdürü Sayın Şeref Oğuz’un son derece yerinde tespitleri var.

Özellikle de 11 Eylül 2016 tarihinde, ‘Ortaklığı Başarırsak’ başlığı altında kaleme aldığı nefis bir yazısı var. (okumanızı tavsiye ederim.)

Şimdi izin verirseniz, konumuzu biraz da neden sonuç ilişkisi üzerinden irdelemek istiyorum.

Malumunuz ben, İzmir’in küçük bir sahil kasabası olan Foça’da yaşıyorum.

Bunun içindir ki, vereceğim örnekleri de yine buradan yola çıkarak paylaşmak istiyorum.

Yemek sektöründe isim yapmış ulusal markalar son dönemde birer birer şubelerini açmaya başladı Foça’ya…

Hani potansiyel büyük olsa, uluslararası fastfood markalarını da görebilirdik burada. Neyse ki yok!

Barış Manço’nun şarkısında dediği gibi: Hasan söyler kendi bir ders alır mı?

Ben ki, Ahilik kültürünü yaşatmaktan, özgünlüğü korumaktan, yani kadim değerlerimize sahip çıkmaktan yanayım. Lakin üzülerek söylüyorum ki küçük esnafımızın bugün geldiği nokta buna cevaz vermiyor.

Müsaade edin açıklayayım…

Gıda sektöründe hizmet veren esnafımız,  en ucuz maliyet ile çok para kazanmanın derdinde…

Bazı mekânlar çiftlik balığını deniz balığı diye kakalıyor müşterisine…

Farkındalığı arayın ki bulasınız.

Salata malzemesi seradan, mezeler konserveden, ekmek ise fabrikadan temin ediliyor.

İşkembe ile kelle paça çorbasına aynı su kullanılıyor. Zeytinyağına ise çiçek yağ karıştırılıyor.

Velhasıl ortada damak tadı olmayınca, kimin umurunda olur ki küçük esnaf?

Zira insanlar sokaktan toplamıyor parayı…

İşte bu nedenle ben de yemeği genelde o marka mekânlarda yemeyi tercih ediyorum.

Hiç olmazsa, ‘acaba hesap ne kadar gelecek’ stresiyle yemiyorum yemeğimi, öyle ki bu mekanların fiyatları her daim sabit oluyor.

Öte yandan biliyorum ki; o ulusal mekân sürekli denetleniyor, lezzetten ödün vermemek ve müşteri memnuniyeti adına büyük itina gösteriliyor.

Bu bağlamda küçük esnafın da dünya konjonktürüne isyan etmek yerine biraz da kendisine çeki düzen vermesi gerekiyor. Kaldı ki yemek sektöründe hizmet veren ulusal markalar da bir zamanlar küçük esnaf değil miydi? 

Bir zamanlar eski Türk filmlerinde, mahalle bakkalları pirincin içine taş koyan ya da terazisini parmaklayan, müşterisine sarkan adamlar olarak yansıtıldı topluma…

Yetmedi karaborsacılığın da tek müsebbibi olarak bakkallar gösterildi yıllarca... 

Bakkal düşmanlığı öyle çok körüklendi ki, büyük marketlerin açılmasıyla en küçük alışverişini dahi buradan yapar oldu insanlar.

‘Bakkalların tamamı melektir’ demiyorum. Ama olası birkaç sahtekârın günahını da getirip tüm camiaya mal etmek ne kadar doğru?

Hem kredi kartının olmadığı yıllarda, bakkaldan veresiye yaptığımız alışverişleri ne çabuk unuttuk?

Durun, endişelenmeyin! Size bu saatten sonra, ‘alışverişinizi bakkal amcanızdan yapın’ geyiğini yapacak değilim.

Zaten tekel maddesi gibi sabit ücretli günlük ihtiyaçları pazarlayan büfeler dışında bakkal diye bir işletme de kalmadı ülkemizde.

Benimkisi öylesine bir geçmişi yad etmek. Asıl dikkat çekmek istediğim konu ise bambaşka…

Yine bizim kasabadan, Foça üzerinden devam edelim konumuza.

Nüfusu 50 binin altında olan Foça’nın genelinde  sayıları 10’u geçkin süpermarket hizmet veriyor.

Özellikle de kent merkezinde faaliyet gösteren bu marketlerin bulunduğu noktalar önceden market olarak planlanmadığı için,  başta otopark olmak üzere nice sorunları da beraberinde getiriyor.

Mesela markete mal indirmek üzere gelen devasa kamyonlar, kent trafiğini alt üst edebiliyor.

Bu tür marketlerin hizmete açılabilmesi noktasında,  yasalar elzem olan şartları nasıl tarif ediyor, bilmiyoruz! Ama gerekirse bilgi edinme yasası kapsamında sorup öğrenmek de mümkün. 

Ben, ne avukat, ne savcıyım...

Dilber Teyze’nin dediği gibi; Lafımı ortaya koyarım, isteyen alır gider istemeyen bırakır kaçar.

Şimdi tekrar soruyorum:

-Saat 17.00’den sonra cirolarını İstanbul’daki banka hesaplarına aktaran süper marketlerin birkaç personel istihdam etme dışında ilçe ekonomilerine bir faydası var mı?

- Beldelerimizde bile mantar gibi türeyen bu marketlere İlçe Belediye Başkanlarımızın kucak açması, her türlü kolaylığı göstermesi ne kadar doğru?

- Turizme, eğitime ve sosyal hizmetlere elverişli mekânların tamamını markete çevirmek ne kadar doğru?

- Yine Foça’da prefabrik bir yapıda faaliyet gösteren bir süper marketin konuşlu bulunduğu yerin İmar Planı’nda meydan olarak göründüğü iddia ediliyor. İddia doğru ise kendisi de bir zamanlar küçük esnaf olan Başkan Gökhan Demirağ’a bu duruma nasıl göz yumabiliyor?

- Aidat parasına gelince şahin kesilen meslek odalarımız, küçük esnafa yeterince sahip çıkabiliyor mu?

Neyse bu ülkede sorularda bitmez sorunlarda.

‘Anamı titen Kadı kimi kime şikâyet edeyim?’ dediği misali, kadercilik ülkemin kaderi olmuş çıkmış.

Ayrıca komünist düzen isteyenlerin de gözü aydın. Bundan iyi komünizm mi olur?

Sanat olgusu makineleşti, tarım terk edildi, balıkçılık bitti, esnaflık yok oldu, orta direk çoktan devrildi ve 7’den 70’e hepimiz küresel dünyanın bir lejyonu olduk.

Üretmiyoruz üretemiyoruz ürettirmiyorlar, gelişmiyoruz geliştiremiyoruz. Hepimizin derdi ise ortak; sabit gelirli bir iş ve en pahalısından akıllı bir telefona sahip olmak… 

Neyse başınızı ağrıttım. Bu arada solcu geçinen entellere de selam olsun, haydi kalın sağlıcakla…

YORUMLAR

  • 0 Yorum