HASAN ESER

HASAN ESER

mahalligundem.com Genel Yayın Yönetmeni

Onlarınki evlat da bizimkiler kedi enciği mi?

16 Ağustos 2016 - 01:20

Hasan Eser / 16 Ağustos 2016 - 12 Eylül 1980 darbesinde…
 
Apolitik vatandaşın biri tutuklanıyor.
 
Tutuklanacağını aklının ucundan bile geçirmeyen ve bu duruma çok şaşıran vatandaş,  haliyle soruyor kendisini tutuklayanlara: 
 
-Beni neden tutukluyorsunuz?
 
-Komünist olduğun için olabilir mi acaba?
 
-İyi ama ben antikomünistim…
 
-Vay anasına bunun bir de antisi mi çıktı şimdi başımıza?
 
Şöyle düşünün: 12 Eylül sonrasında darbe ortamı birilerince fırsata çevriliyor. Kim kime gıcıksa ihbar ediyor.
 
Öyle ki kiracısı ile arası bozuk olan ev sahiplerinin bile kiracılarını, ‘Örgüt üyesidir’ diyerek ihbar ettiği trajik bir dönem yaşamışız. 
 
12 Eylül sonrası yaşanılan bu acı tecrübeler,  15 Temmuz kanlı darbe girişimiyle birlikte bugün geldiğimiz noktada toplumu son derece endişelendiriyor.
 
İşte bu nedenle de, kamuoyundan defaatle  ‘cadı avı olmasın’ nidaları yükseliyor.
 
Ancak Türkiye’nin o karanlık yılları geride kaldı.
 
Nihayetinde bugün ABD güdümlü bir askeri darbenin cunta yönetimi değil, halkın hür iradesi yönetiyor ülkemizi.
 
Ayrıca…
 
Bir zamanlar: Adnan Menderes'in yakasına yapışıp ‘özgürlük istiyorum’ diyen bir öğrenciye: “Başbakan'ın yakasına yapışıyorsun,  bundan daha büyük özgürlük olur mu?” dediği gibi…
 
‘Siz diktatör müsünüz?’ diye soran Finlandiyalı bir gazeteciye Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ben diktatör olsaydım, sen bu soruyu bana sorabilir miydin?” şeklinde yanıt verdiği gibi…
 
OHAL’in antidemokratik bir uygulama olduğunu anons ederek, ‘cadı avı’ teorileri üzerinden üstü kapalı siyaset yapmaya çalışanlara da şu yanıtı verebiliriz:
 
Şuan gerçekten cadı avı yapılıyor olsaydı, siz böyle halkı kışkırtmaya yönelik  söylemlerde bulunabilir miydiniz acaba? 
 
Ya da tepki gösterdiğiniz OHAL, sizin özlemini çektiğiniz nitelikte bir OHAL olsaydı, vatan kurtarmayı çok sevdiğiniz çilingir sofralarında gece geç saatlere kadar rakının dibine vururken, o meşhur ‘ne olacak bu memleketin hali?’ geyiğinizi ulu orta yapabilir miydiniz?
 
Öte yandan…
 
Birileri yine diyor ki: “Yahu yazık o tutuklanan insanların çoluk çocuğu var. Yapmayın, etmeyin!”
 
Evet, onların ki çocuk bizimkiler kedi enciği…
 
Ah benim duygusal yurttaşlarım, eğer O’nlar 15 Temmuz gecesi hain emellerine ulaşsaydı masum insanları katledip, hiç kimsenin gözünün yaşına bakmayacaklardı. 
 
Tüm bunları intikam duygularına kapılarak söylemiyorum.
 
Tabii ki demokrasiye bağlıyız, özgürlüklerden yanayız ama demokrasi ve özgürlük kisvesi altında vatana ihanet edenlerin özrünü kabul edecek kadar geniş bir mideye sahip değiliz.   
 
Zira bazılarının özrü kabahatinden büyük!
 
Hepsinin ağzında aynı terane: “aldatıldım, kandırıldım, ne kadar ahmakmışım”

Sen her türlü naneyi ye, insanların hayatlarını çal, geleceğini karart, üzerine bir de ülkeyi işgal etmeye kalk, ondan sonra da, ‘biz ettik siz etmeyin’ edebiyatını yap.  

Kusura bakmayın ama bu işin 'pardon'u yok! 

Ayrıca çok sevdiğim bir atasözüdür: Devletin kestiği parmak acımaz.
 
Zira biz bin yıllık devlet geleneği olan bir toplumuz. Devletin varlığını da mukaddes sayarız. Bu yüzden her yeri geldiğinde,  ‘devlete karşı boynumuz kıldan incedir’ deriz.
 
Bizim devlet geleneğimizde ‘devlete ihanetin’ cezası bellidir.  Yani bu ülkede kimsenin ettiği yanına kalmaz efendiler, ki yaptıklarınızı tanrılaştırdığınız sahte hocanızın ağzını burnunu sildiği peçeteleri yerken düşünecektiniz.
 
Yeniden asıl konumuza dönecek olursak,  Devlet idaresinde şüpheye yer yoktur, olmamalıdır.
 
Devlet, sürekli kuşku içinde,  acaba mikrop bir daha nükseder mi? paranoyasıyla yönetilemez.
 
Bunun içindir ki FetÖCÜ’lerin sadece devletin içine sızan ajanları değil, Foça gibi küçük kasabalara varıncaya kadar halkın içinde konuşlanan milis kuvvetleri de tespit edilmeli ve gereği yapılmalıdır.
 
Sahtekâr hocanın deyimiyle: zırvasından zirvesine kadar hepsi cezalandırılmalıdır.
 
Ha kurunun yanında yaş da yanabilir mi? Temennimiz yanmaması yönündedir.
 
Örneğin bu yıl mezun olan öğrencilerin subay ve astsubay olamayacak olmaları üzüntü vericidir.
 
Tıpkı 12 Eylül sonrası eğitimi yarın kalanlar gibi…
 
Demek ki, ne yapılması gerekiyor?
 
-Dış mihrakların oyununa gelmemek gerekir.
 
-Devlette devamlılığın esas olduğunu kabul etmek!  Yani “Yeter ki Tayyip gitsin, gerekirse ülke batsın” düşüncesiyle kişiler üzerinden devlete karşı kin ve düşmanlık beslememek gerekir.  
 
-  ‘İktidara gelmenin tek yolu sandık’ olduğunun bilincine varmak, demokratik mücadelede asla vazgeçmemek, darbecilere davetiye çıkarıp darbelerden medet ummamak gerekir.
 
-  Kişisel ekonomisini düzeltmek, makam mevki sahibi olmak,  yani maddi ve manevi ikbal uğruna ruhunu şeytanın gülen yüzüne pazarlamamak gerekir.
Aksi halde bugün FETÖ gider, yarın ÇETÖ gelir.
 
Algı operasyonlarına kapılıp devletin yıkılmasını da isteyebilirsiniz, ama yıkılan devletin altında kendinizin, ailenizin ve geleceğinizin de kalacağını iyi hesap etmelisiniz.
 
Mali durumunuz bozuk olduğu ya da ekonominizi daha da güçlendirmek, bir nevi rahat yaşamak için ‘Gülen Cemaati’ gibi ihanet şebekelerinden yardım da alabilirsiniz. Ama bugün para aldığınız yapıdan, yarın emir almak zorunda kalacağınızı da bilmelisiniz.
 
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi: Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar.
 
Günün Sözü: Atasını tanımayan it peşinde gezer. 
 
NOT: İlk satırlarda bahsettiğim  ev sahibi & kiracı anekdotu Sibel Kekilli ve Mehmet Ali Alabora'nın baş rollerini paylaştığı 'Eve Dönüş' isimli sinema filminde işlenmişti. Hafızaları tazelemek adına söz konusu filmi, bir kez daha izlemekte fayda var. 
 
KISSADAN HİSSE 
Yavuz Sultan Selim, tebdili kıyafet yapmış, Kuşlar Çarşısı'nı geziyormuş. Avcılar avladıkları kuşları, tuzakçılar yakaladıkları maharetli, eğitimli, güzelim kuşları satıyormuş. Yavuz’un bir ara gözü kekliklere ilişmiş.  Bir grup kekliğin üzerindeki kâğıtta,  ‘tanesi 1 altın’ yazıyormuş. Hemen yanı başlarında asılı, adeta altın kafes içinde bir keklik daha varmış. O’nun fiyatı da üç yüz altınmış. Bu durum Yavuz’un dikkatini çekince şöyle sormuş satıcıya: "Bunun diğerlerinden ne farkı var ki, bunlar 1 altın, bu üç yüz altın?" Satıcı, "Bu keklik özel eğitimli, çok güzel ötüyor, ötmesi bir yana bunun ötüşünü duyan ne kadar keklik varsa hepsi onun etrafına doluşuyor. Tabii bu arada avcılar da o etrafa doluşan keklikleri daha rahat avlıyorlar” diye yanıt vermiş. Üç yüz altını sayıp kekliği satın alan Yavuz, hemen oracıkta kekliğin kafasını kopartmış. Bu durum karşısında şaşıran satıcı, "Be adam! Ne yaptın? En maharetli kekliğin kafasını koparttın" diye dövünürken,  tebessüm eden Yavuz, şöyle demiş: "Bu kendi soyuna ihanet eden bir kekliktir. Bu gibilerin akıbeti er veya geç ölümdür"

YORUMLAR

  • 0 Yorum