HASAN ESER

HASAN ESER

mahalligundem.com Genel Yayın Yönetmeni

Dizüstü edebiyatı tadında yerel siyaset

07 Aralık 2018 - 12:09

Osmanlı devlet adamlarından Ziya Paşa'nın "Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?" sözünün üzerinden 1,5 asır geçti ama hala milleti 'aptal' yerine koymaya çalışanlar var. 

Malumunuz, yerel seçimler için çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor. Çarşıda-pazarda elimizi sallasak aday adaylarına değiyor. 

Ne var ki seviye pek de iç açıcı gibi görünmüyor. 

Sosyal medya sayesinde, Türkiye'nin farklı bölgelerinden yerel haberleri okuma fırsatım oluyor. 

Son dönemde özellikle belediye başkan aday adaylarının açıklamalarını takip etmeye çalışıyorum. 

Ne yazık ki, yine güleriz ağlanacak halimize kabilinden beyanatlar okuyorum. 

Türkiye'de yönetim sistemi bile değişti, ama 70'lere ait popülist siyaset  anlayışı değişmedi. 

Birbirinden klişe ve şablon ifadeler üzerinden açıklamalar yapan belediye başkan aday adaylarının 'dizüstü edebiyatı' tadındaki mezkûr haberlerini  son derece eğlenerek okuyorum. 

Ana başlıkları üzerinden örneklemek gerekirse... 
- "Herkesin Belediye Başkanı Olacağım" 
- "Burayı Paris Yapacağım" 
- "İçinizden Biriyim"
-"Belediye Halkın Olacak" 
- "Makam Odasının Kapısı Olmayacak" 
- "Hep Beraber Yöneteceğiz" 
- "Projelerimizle Geliyoruz" 

Hatta  yaşadığım kasabada, "Her şey Foça için, zira kendim için bir şey istiyorsam namerdim" diyene bile şahit olmuşluğum var. 

Bu arada farkında mısınız! "Yalana, talana, yolsuzluğa ve soyguna son vereceğiz" diyen yok! 

Ee olmayan şey söylenir mi? Söylenmediğine göre de her  şey şeffaf ve yolunda demektir. 

Gönül ister ki, belediye başkanlığına talip olanlar ezberden açıklamalar yapmak yerine, ezber bozan açıklamalar yapsınlar.

Hatta aday gösterilmemeyi, gösterilse de seçilmemeyi, seçilse de bir dönem daha seçilmemeyi göze alsınlar. 

Ancak... 'Lafla peynir gemisi yürümez!' misali, icraata geçirmedikten sonra bol keseden konuşmak ne fayda!

Kaldı ki seçilmeden önce değiştireceğini vaat ettiği düzenin, seçildikten bir süre sonra parçası haline gelen nice belediye başkanları gelip geçmedi mi bu ülkeden?

Hazır konusu açılmışken, aday adayları üzerinden devam edelim. 

Gözlemim o ki, yeterli liyakata sahip olmadığı halde belediye başkanlığına soyunanlar var. Bu adaylar, hasbelkader seçilmiş ve ideolojik saiklerle iktidarını daim kılmış bazı mevcut belediye başkanlarını işaret ederek, "O olduysa ben de olurum, o yaptıysa ben de yaparım!.." diyebiliyor. 

Belediye başkanlığını apartman yöneticiliği düzeyine indirgeyenlerin kıstası bu yönde olunca... 

Yerel siyasette nitelik sıkıntısı baş gösteriyor. 

Tabii, aday olmak demokratik bir hak, herkes adaylığını koyabilir-ki saygı duymak gerekir-

Lakin bir insanın belediye başkanlığı gibi vebali ve mesuliyeti yüksek bir göreve talip olmadan önce, aynanın karşısına geçip: "Ben bu göreve layık mıyım, değil miyim?” diye kendi kendine sorması gerekmez mi?

Misal, bugüne kadar muhtelif partilerden adaylık teklifi alan biri olarak, ben öyle yaptım. 

Ve aynanın karşısında şu kanıya vardım: "Ben, belediye başkanlığı için yeterli eğitime sahip değilim."

Kıssadan hisse,  Mevlana'ya "O kadar okursun, o kadar yazarsın, ne bilirsin?" diye  sormuşlar;  şu cevabı vermiş: "Haddimi bilirim"  

Bu anlattıklarımın ışığında... 

24 Haziran seçim sürecinde, "Bizim cumhurbaşkanı adayımızın diploması var" diyerek, ve haklı olarak bununla övünen yurttaşlarımızın bana bu konuda hak vereceklerini düşünüyorum.

Gerçi diploma meselesine farklı bir bakış açısıyla yaklaşan Habertürk yazarı Oray Eğin, "Türk solu, liderlik çıtasının doktorasını Cal Tech’te yapmış fizik profesöründen Balıkesir Üniversitesi mezunu lise fizik öğretmenine düşmesini sorgulasa." yorumuyla  konuya ayrı bir derinlik kazandırmıştı ama...

Neyse mevzuyu dağıtmadan sonuca gitmeye çalışalım.  

Ne derler bilirsiniz; Niyet başkaysa amel de ona göredir.

Mesela... 

Meclis üyeliği adaylığını garantilemek için hedefi yüksek gösterip belediye başkan adaylığına talip olanlar yok mudur? 

Peki ya bir süreliğine de olsa ilgi/itibar görmek, basında yer almak ve kendisine 'başkanım' dedirtmek isteyenler de yok mudur dersiniz?

Yahut aday olamayacağını bildiği halde aday adayı olan ve kendini güçlü göstermek adına etrafında topladığı çıkar grupları üzerinden gelecek için belediye başkan yardımcılığı hesabı yapanlar da yok mudur? 

Hepsini geçtim. "Bir şansımı deneyim, kim bilir belki de beni aday gösterirler" diye gönlünden geçiren de yok mudur?

Tabii, mezkûr meseleyi 'ucuz siyaset' oyunları üzerinden açıklamaya çalışmak yetersiz kalır. 

Türkiye'de bir zamanlar siyaseten bir yerlere gelebilmek kolay değildi.

Ya siyasetin basamaklarını birer birer çıkmak, ya da gerçek bir başarı hikayesine sahip olmak gerekirdi. 

Şimdilerde ise parti genel merkezine yakın olmak en büyük avantaj olarak görülüyor. Öte yandan daima yönlendirilebileceği isimlere sıcak bakan iş dünyasının desteği de sanki belirleyici oluyor gibi? 

Uzun yıllar monarşi sistemiyle yönetilen Osmanlı Devletinde bile, belediye başkanlığının önemi büyüktü. Bunun içindir ki, belediye başkanına "şehrül-emin" denirdi. Yani, şehrin en güvenilir kişisi... 

Peki, günümüz Türkiye'sinde  liderin rüzgarı ve/veya ideolojik saiklerle göreve gelen bazı belediye başkanları ne kadar güvenilir?

Kendilerini yerel tanrı gibi gören bazı seçilmiş kralları desteklemek  için gerek şart olan güven kavramı yeter şart olarak görülebilir mi?

Bizim ülkemizde en büyük sorun demokrasiyi sandıktan ibaret görmek...

Oysa siyasi partileri lider sultası altında yönetilen bir ülke ne kadar demokratik olabilir ki? 

Düşünsenize...

Demokrasi havarisi kesilenler bile, 'üye yapımız sağlıklı değil' diyerek, parti içi demokrasiyi rafa kaldırabiliyor. 

Artık ülkemizde yerel seçimler de genel seçim havasında geçiyor. Ve sistem değişikliğiyle kurulan ittifaklar sayesinde, Türkiye'de seçimlerin iki seçeneğe sıkıştırıldığını da kabul etmek gerekir. 

Hal böyleyken...

31 Mart'ta sandığa gideceğiz, iki liderin seçtiği iki isimden birini tercih edeceğiz. Yani biz milletvekili seçimlerinde olduğu gibi yine seçen değil, onaylayan kişi olacağız. 

Başka türlüsü mümkün mü?

Genel seçimlerde dar bölge uygulaması, yerel seçimlerde ise parti içi ön seçim ve çift turlu seçimlerin yapılması iyileştirici olması açısından demokrasimiz adına kazanım olabilir. 

İlginç değil mi?

Çok partili hayata 1946'da geçtik, aradan 72 yıl geçti ve biz hala demokrasinin yetersizliğini konuşuyoruz.

Ülkemizde beş yılda bir yapılan ve siyasal iktidara meşruiyet kazandıran seçimler  demokrasi için yeter şart olarak kabul edildiği sürece, biz bunları daha çok konuşuruz. 

Bu yazdıklarımı "mevcut iktidarın Türkiye'yi getirdiği nokta" diye yorumlamak da haksızlık olur. 

Çünkü Seçim Yasası ve Siyasi Partiler Kanunu'nun yetersizliği yönündeki şikayetleri kendimi bildim bileli duyarım. 

Diğer taraftan, geçmişte sistemin mağduru olanlar bile,  değiştirmeyi vaat ettikleri sistemin başına geçtiklerinde, birden bire korumacılığa yönelmediler mi? Örnek: Yüzde 10 Barajı. 

Uzatmayayım… 

41 yaşındayım ve hiçbir yerel seçimde kazanan belediye başkan adayına oy vermek bana nasip olmadı.

Anlaşılan o ki, yaşadığım kasabada bu dönem bırakın kazanan adayın yanında olmayı, oy verebileceğim bir aday  bulmakta dahi zorlanacağımı düşünüyor; hatta bulamayacağımdan endişe ediyorum. 

Ne dersiniz, sorun benim gibi hala 'yerel seçimde kişiye oy verilir' diyen eski (!) kafalarda mı, yoksa futbol takımı tutar gibi parti tutan,  tıpış tıpış sandığa gidien ve önüne ne konulursa onaylayan bilinçli (!) seçmende mi? 
HASAN ESER

YORUMLAR

  • 0 Yorum