ABD'nin Günah Galerisi ve Cenah Değiştirme

EROL MARAŞLI

 ABD ile göbek bağımız Kurtuluş savaşı sırasında başlamak üzereyken Atatürk’ün üstün dehası ile; Türkiye’de at oynatmalarına imkân tanınmadı.  Sol ve bazı muhafazakarların “pısırıklık” diye ironi yapmaya çalıştıkları, Atatürk’ün altın değerindeki “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözü ile onlara düşman olunmadan, sömürüye ve her türlü istilaya yol açmalarına fırsat verilmeden, akılcı ve pragmatist bir dış politika takip edildi.

Ancak ikinci dünya savaşının külleri savrulmaya başlarken, savaşın galiplerinden  Sovyet Kızıl çarı  Josef Stalin (Gürcü asıllı olup asıl adı Yosif Visaryonoviç Cugaşvili)’in Kars, Ardahan ve Artvin’i ilhak etmek, Boğazlarımızda üs istemesi üzerine, o zamanki cumhur reisi İsmet İnönü’nün, bu ürkütücü talebe karşılık ABD ile yakınlaşması ve daha sonra kurulan Nato’ya girmek için başvurması Türkiye’yi, ABD ile yakınlaşmaya itti. Bu ise, ABD’nin global müttefik statüsü ile Türkiye’yi ileri karakol ile mevzilendirmesi düşüncesine getirdi. Truman doktrini ile yapılan yardımlar ve açılan krediler de hem Türkiye’nin elinin biraz güçlenmesine biraz da rahat nefes almasına yol açtı ama bu bir ABD stratejisi idi: “Bu stratejinin Türkiye’ye yansıyan yönlerini askeri açıdan üç ana başlık altında toplamak mümkündür:

1-Türk Silahlı Kuvvetleri’nde Amerikan Savaş Doktrininin kabulünü sağlamak ve TSK’de eğitimi Amerikanlaştırmak.2-Silah alımında tek kaynak olmak. 3)-Ülkenin alt yapısını (yolların, köprülerin, tünellerin, limanların) ABD stratejisi doğrultusunda inşasını sağlayarak, ABD’nin askeri ve ekonomik menfaatlerini korumak.”(1)

 İşte ABD uzun yıllar bu stratejisini ülkemizde uyguladı ve bugün de uygulamayı devam ettirmek istiyor.

 Bakınız! Em.org.  Ergin Saygun/ birinci ordu komutanı. Balyoz davasında mahkum oldu/ ne diyor: “ABD, yardım olarak verdiği askeri malzemenin mülkiyetini kendinde tutar. Üzerinde kendi müsaadesi olmadan en ufak bir değişiklik yapılmasına müsaade etmez. Bu malzemenin kullanım dışı bırakılıp kaydının silinmesine bile karışır, kendisinden müsaade alınmasını talep eder. Kaydı silinen malzemeyi atamazsınız, satamazsınız; çünkü mülkiyeti size ait değil. Mesela servis dışı bırakılan bir gemiyi alır, Akdeniz’e götürür, orada atış eğitiminde hedef diye kullanır. Bu şartları zamanında hep kabul etmişiz. Etmezseniz malzemeyi vermez. Her malzemeyi avadanlık ve techizatıyla verir. Örneğin ‘Bizde var, dosya kağıdı alamayız’ diyemezsiniz, çünkü o dosya kağıdı aldığınız silahın techizat ve avadanlığına dahildir. Bunların fiyatı Türkiye’deki fiyatlarla mukayese edilemeyecek kadar pahalıdır. Sonra bunların hepsi alt alta toplanır ve Türkiye’ye bu yıl şu kadar milyon dolarlık hibe yaptık  diye  kamu oyuna açıklanır”  general  Saygun’un söyledikleri bununla sınırlı değil, devam edelim:“ esas soyulduğumuz  FMS  ( Foreign  Military  Sales)  Nedir FMS ?  ABD size lazım olan silah ve malzemeyi almak için kredi açar, ama o parayla sadece ABD malzemesi alabilirsiniz, tabii yüklü bir faizle. Faiz bir aralık yıllık %13’e çıkmıştı ki, bugüne kadar dünyada dolar üzerinden bu derece yüksek faiz görülmemiştir. ABD ile bu konuyu çok müzakere ettik. ‘Mısır’ın borçlarını siliyorsunuz. Biz bir de NATO’da müttefikiz; bizimkinin hiç olmazsa faizlerini silin’ dedik kabul etmediler”(2) 

 İşte bu bağımlılıktır ki; ordu’nun ülkesinin dışında gelişen olaylar için, başka bir ülkeye gönderilmesine sebep olur. Burada askerin iradesi söz konusu değildir İrade sivil iradededir.

 Ayrıca bir konuyu daha anlatayım: aziz Atatürk’ün vefatından dört ay sonra  1939 yılında yabancı bir ülkeye tanınan ayrıcalıklar/imtiyazlar tanıyan ilk anlaşmada  ABD ile yapılmış.  Amerika’ya “En ziyade müsaadeye mazhar millet / öncelikli izine şerefli millet” statüsü veriliyordu. 

  Sovyetlerin tehdidi üzerine İsmet Paşa 4. Nisan 1949 da kurulan Nato’ya/ Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü/ girmeyi bir güvence olarak görüyordu ki, ilk başvuruyu yaptı. Amerika da Nato’ya girmemizi istiyordu. Avrupa ise ikinci dünya savaşı sırasında tarafsız olmamızdan dolayı Natoya girmemize pek sıcak bakmıyordu. Türkiye Nato’ya girmek için başvuru yapmıştır. Ancak böyle bir pakta girmek için ortam ve zemin hazır değildir. Türkiye’nin irade beyanı vardır ama TSK’nın üst kademesi, başta Genel kurmay başkanı A.Nafiz Gürman olmak üzere TSK komuta kademesi bu ittifaka girmeye kuşku ile yaklaşmaktadır. Yani paşaların kafalarının karışık olduğunu o dönemde muvazzaf subay olanların anılarında rastlıyoruz.

  1949 yılında ABD Genel Kurmay Başkan yardımcısı general J.Lawton Collins ,26 Mart 1950 de Amerikan Kara Kuvvetleri Komutanı olarak Türkiye’ye gelir ve dönemin Cumhurreisi/Cumhurbaşkanı İsmet İnönü/ ile bir görüşme yapar. Bu görüşmeye Türk tarafından Savunma Bakan Hüsnü Çakır, Genelkurmay Başkanı orgeneral A.Nafiz Gürman, Genelkurmay ikinci başkanı İzzet Aksalur, Amerikan tarafından Elçi Wadsworth, Amerikan askeri yardım heyeti başkanı tümgeneral Horace Mc Bride katılır. General Collins, 27 Mart günü Türk askeri yetkilileri makamlarında ziyaret eder. Collins, İsmet İnönü/Paşa ile görüşmesini Pentagona rapor eder. Bu arada da ABD dışişleri bakan yardımcısı Mc Ghee, Yunanistan, Türkiye, İran, Suudi Arabistan ve Mısır’a yapmış olduğu gezinin izlenimlerini dinlemek üzere 10 Nisan 1950’de general Collins’le biraraya gelirler. General Collins Türkiye’ye ve öteki ülkelere yaptığı gezi hakkında genel bilgi sunduktan sonra, lafı Türk liderlere getirir. Collins, Nato ittifakına sıcak bakan İsmet İnönü’den etkilenir. Ancak Genelkurmay Başkanı A.Nafiz Gürman ile ikinci başkan  İzzet Aksular’ın “görevinin ehli” olmadığını rapor eder.

 İnönü dönemi biter ve Adnan Menderes iktidarı başlar: Collins’in raporunu dikkate alan ABD; Türk Genelkurmay başkanı A. Nafiz Gürman ve kadrosu ile işbirliğinin olamayacağına karar verir. Genç ve deneyimsiz Başbakan Menderes de ABD ile ilişkileri geliştirmek, NATO’ya girmek ve kredi almak peşindedir. Bu arada Askerlerin bir darbe ile, seçimleri geçersiz saymak yoluna gidileceği dedikodusu gündeme gelir. Bu gazete haberi ve dedikodu üzerine deneyimsiz Menderes paniğe kapılır ve bir gecede Org. A.Nafiz Gürman ve ekibi/kuvvet komutanları dahil./ 150 üst rütbeli subay emekliye sevk edilirler. Nato’ya girilmesine sıcak bakmayan komutanlar emekli edildikten sonra Menderes Kore’ye asker gönderir. Menderes’in başbakan oluşundan sonra yaptığı bu tasfiye ve Koreye asker gönderme kararı; kendisine ABD ile işbirliği yolunu açtığı gibi Nato’ya da girişi sağlayacaktır: artık, Türk ordusu Amerikalı subaylar tarafından eğitilirken ,TSK silah standartı da ABD standartına göre kurgulanır.

İşte bundan sonrada TSK milli ordu olma vasfını kaybederek “Global ordu” vasfını kazanmıştır. Bu da ABD ye  geniş bir stratejik uygulama alanı yaratmış ve Türkiye Nato ve  ABD üslerinin yoğunlaştığı ülke haline gelmiştir.

  27 Mayıs 1960 darbesine, ABD’nin verdiği desteği, kendi yazdıkları eserlerde itiraf etmişlerdir. CHP li Milli Savunma bakanı Hasat Esat IşıkBöyle bir hareketin yapılmasını, Menderes ve Zorlu’nun iş başından uzaklaştırılmasını Amerikalılat herkesten fazla istiyordu.” Çünkü cumhurbaşkanı Bayar, başbakan Menderes ve Zorlu’nun geniş katılımlı Amerika seferinden, kredi alamayarak hüsranla dönmeleri üzerine, Sovyetlerin yardım ve kredi teklifleri Menderese cazip geldi. Menderes Moskova’ya bakanlar, genel müdürler ve iş adamları ile yapacağı kalabalık bir seferden ürken ABD nin ihtilalde parmağı olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Çünkü Menderesin düşmesiyle ABD, Menderese vermediği krediyi ihtilal hükümetine vererek, adeta darbecilere destek çıkıyordu… 19 Şubat 1959 Zürih ve Londra Anlaşmaları ile 16 Ağustos 1960 Anlaşmalarıyla Kıbrıs Türk ve Rum halklarının eşit ortaklığına, egemenliğine ve siyaset eşitliğine  dayalı olarak  Türkiye, Yunanista’nın ve İngiltere garantörlüğünde  Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edilir.

1960 ihtilali sonrası İsmet Paşa’nın başbakan olduğu dönemde; Cumhurbaşkanı Papaz Makarios Kıbrıs ta 21 Aralık 1963 günü  Kanlı Noel saldırılarıyla Akritas Planı devreye koyarken  esas hedefi;   ada  Türklerinin  Kıbrıs’taki kökünü  kazımak ve bir tek Türk   bile  bırakmamaktı. İşte bunun içindir ki Makarios: “Türkiye Adaya müdahale ettiğinde bir tek Türk bulamayacak” diyordu Rumların adalı Türklere karşı giriştiği katilam sonrası, başbakan İnönü, ABD'den olaya müdahale etmesini istiyordu. ABD’nin Türkiye ile Yunanistan'ın karşı karşıya gelmesini istemeyeceğini ve arabuluculuk yapacağını düşünüyordu. ABD ve NATO ile birlikte hareket edilmesi için halkda görülen infiali yatıştırmak için, 16 Nisan 1964 yılında Time dergisine verdiği bir röportajda "Müttefikler tutumlarını değiştirmezlerse, Batı ittifakı yıkılabilir... Yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur." açıklamasını yapıyordu

  Kıbrıs'ta kanlı olaylar artınca, Kıbrıs'a müdahale kararı alan başbakan İnönü'ye, ABD başkanı  Lyndon B. Johnson  tarafından yazılan o zamanki o meşhur "Johnson mektubu" gelmişti. Mektubun geliş tarihi ise 5 Haziran 1964'tür. İnönü, Johnson mektubuna diplomatik üslupla son derece yumuşak bir cevap verdi. İnönü'nün yapabileceği pek bir şey yoktu. O günün Türkiye’si demokrasiyi inşa etmek ve bozulan sistemi düzeltmekle meşgul,  ABD ye borçlu ve yardım almadan yaşaması çok zor! Türkiye çıkarma gemisine dahi sahip değildi. Askeri açıdan çok zayıf, ekonomik açıdan da ABD yardımlarına bağımlıydı. Dolayısıyla İnönü de Johnson mektubunu aldıktan sonra Johnson'un Ankara’ya gönderdiği başkanlık uçağıyla Washington'a gitmek zorunda kalmıştı.

Erol Maraşlı

(Devamı var.)

    Bkz. Şaban İba, Milli Güvenlik Devleti. S. 27’den nakil. Balans Ayarları, Erol Maraşlı. Metropol yay. 2008 s 105

    Bkz.Ergin Saygın, Türk Ordusuna Balyoz s.246 dan nakil. Türkiyede Askeri Darbe Teşebbüsleri, Erol Maraşlı, Bilgeoğuz yay. 2015.s.69