Harry Potter serisini izlemekle okumak arasındaki fark!

ŞEHRİBAN AKI

Harry Potter - Sağ kalan çocuk!

İyiliğin ve kötülüğün sonsuz, amansız mücadelesinin belki de gelmiş geçmiş en güzel örneklerinden biri olan Harry Potter, her yaşta okuyucunun okuyabileceği seçkin ve efsanevi yedi kitaptan oluşan, sizi alıp tamamen farklı zamanlara ve farklı mekanlara götürecek bir hikaye.

Felsefe Taşı, Sırlar Odası, Azkaban Tutsağı, Ateş Kadehi, Zümrüdüanka Yoldaşlığı, Melez Prens ve nihayet son olarak Ölüm Yadigarları, Harry Potter kitap serisini oluşturuyorlar.

Serinin en iyi kitabı tüm geçmiş olayların çözüldüğü ve geleceğin planlarının yapıldığı Zümrüdüanka Yoldaşlığı. Kurgunun bu kitapta tadına varacaksınız.

1950  Yıllarında Londra’nın klasik bir İngiliz kasabasında girizgah yapan bu muhteşem öykü, King’s Cross  9 - 3/15 peronundan kalkan trenle, ortaçağla sentezlenmiş cadılık ve büyücülük okulu Hogwarts'da başlıyor. Ana mekan; karakterler nereye giderse gitsin, özlemi çekilen ve mutlaka dönülecek olan yer Hogwarts oluyor. Eminim okuduğunuz zaman sizin de gönlünüzde bir Hogwarts sevgisi olacaktır.

Kitapların yükselişinden sonra gelen filmler, tiyatro oyunu, serinin alt ögelerinin anlatıldığı kitaplar ve yine hikayemizin geçmişine dayanan dönemleri anlatan iki film, emin olun ki en az ana hikaye kadar cezbedici.

Sayın okuyucu, “lütfen ben filmlerini izledim, okumama gerek yok” diye kestirip atmayın. 

Çünkü filmlerde gösterilen kitapta anlatılanların yarısı bile değil. 

“Tuhaftır, eğer bir şeyden korkuyorsanız ve zamanı yavaşlatmak için her şeyi vermeye hazırsanız, zaman hızlanmak gibi tatsız bir alışkanlık edinir.”

“Dumbledore son birkaç dizenin söylenişini asasıyla yönetti, şarkı bitince de en çok alkışlayanlardan biri o oldu. Gözlerini silerek 'Ah, müzik, Burada yaptıklarımızın çok ötesinde bir büyü' dedi.”

Rowling karakter gelişimlerini öyle güzel yansıtmış ki aileden gelen iyilik ve kötülük bazı karakterlerde devam ederken bazıları bunu yenebilmiş ve iyi tarafa geçiş yapmış, en önemli örneğini de bence Sirius Black’de göstermiş.

Ailesi muggle düşmanı ve sağlam birer Woldemort destekçisiyken  Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nın en önemli büyücülerinden biri olmuş ve bu uğurda canını vermiştir. Ne zaman simsiyah bir köpek görsem içimden “Sirius Black” ismini geçiririm, seriyi okuyanlar ve filmi izleyenler anlayacaktır.

Karakter gelişimlerine girmişken Tom Marvolo Riddle’ın cadılık ve büyücülük dünyasının en kötü ve en karanlık lideri olma sürecini de yine aslında birebir hiç tanımadığı fakat sonradan bulduğu ve hayatta kalanları yok ettiği ailesine, yetimhanede büyümesine ve en önemlisi onu iyi yapacak olan sevgiden yoksunluğuna bağlamış ve hiçbir detayı atlamadan okuyucuya hissettirmeyi başarmış.

Şahsen fantastik edebiyat gönüllüsü olarak yazara büyük bir minnet duyuyorum. Eğer o kafasının içinde kurguladığı bu harika dünyayı bizimle paylaşmasaydı, asla Profesör Albus Dumbledore’dan, Harry, Ron ve Hermonie’den çok sevdiğim Profesör Snape’den, Quidditch maçlarından, saf bir çocuk kalbi taşıyan yarı dev Rubeus Hagrid’den ve bir arkadaşımıza kalem tutarak “expecto patronum” diye bağırmaktan ve buna birlikte gülmekten haberimiz olmayacaktı.

J. K. Rowling sen çok yaşa…

Belki de okursanız ve çok isterseniz bir gün bembeyaz bir baykuş size de  Hogwarts’dan Dumbledore imzalı bir mektup getirebilir. Olmayacağını kim bilebilir ki…

Şehriban Akı Bakır