Türkiye'nin teknolojiyle imtihanı

HASAN ESER

Belki de her şey iki civciviyle beraber yem yiyen tavuklu çalar saatimizden vazgeçtiğimiz gün başladı. 20 yılı aşkın bir süredir, annemin akşamdan kurduğu ve sabahları zırıl zırıl öten çalar saatimiz ile değil, cep telefonlarımızın alarmıyla uyanıyoruz. Hatta akıllı telefonlarla beraber hafta boyunca hangi sabah saat kaçta uyanacağımızı önceden planlar olduk.

Daha geriye gidelim…

ÇIK ARADAN ANKARA…
Günümüzde pek ihtiyacını hissetmediğimiz sabit ev telefonları fevkalade lükstü bir zamanlar. Herkesin evinde telefon olmadığı gibi, eve telefon bağlatmak da öyle çok kolay değildi. PTT’ye başvurmakla iş bitmiyordu.
Daha bunun sıralaması vardı. O sıranın size gelmesi için de uzun bir süre beklemeniz gerekiyordu. Şehirler arası telefon görüşmesi yapabilmek için önce PTT’nin arandığı ve bağlantının santral aracılığıyla yapıldığı günleri de hatırlıyorum. 
Bazen eski Türk filmlerinde de denk geliyorum; konuşurken hatlar birbirine karışıyor ve o anda sinirler tavan yapıyordu: Çık aradan Ankara!

HİÇ BİTMEYEN JETON
Askeri birliklerin olduğu Foça’da hafta sonu çarşı iznine çıkan Mehmetçikler, PTT’nin önündeki ankesörlü telefonların önünde uzun kuyruklar oluştururdu. Sonradan kartlı olan telefonların jetonlu olduğu yıllarda; bazı kurnazlar jetonun ucuna misina bağlar ve bu sayede sınırsız telefon görüşmesi yapardı.

ATARİ UĞRUNA POLİS KORKUSUYLA BÜYÜDÜM!
Geçen gün A101’den alışveriş yaptım ve ödeme için kasada sıramı bekliyorum. İlköğretim çağında birkaç çocuk geldi ve kasiyere “Google play kodu var mı?” diye sordu. Hemen önümde duran yaşlı teyzenin biri ‘o ne ki?’ diye sordu ve ekledi: “O da mı indirimdeymiş?”.
‘Evet teyzeciğim o da indirimdeymiş, en iyisi mi sen de al bir tane…’ diyemedim tabii. Tebessüm edip geçtim.

Bilindiği üzere, çocukların satın almak istediği o kod, Google Play Store'da bulunan ücretli oyunlar için…
Eve geldiğimde uzun uzun düşündüm. Acaba PlayStation’ı olmayan çocuk var mıdır günümüzde?
Olmasa ne olur! Çocukların elini attığı her yerde oyun var artık. Bilgisayarlarda var. Cep telefonlarında var. Hatta uydu alıcılarında bile var.
Çocukken bilgisayar oyunlarını çok severdim. Haggar, Street Fighter ve Shinobi isimi oyunlar favorimdi.
Fırsat buldukça atari salonuna giderdim ama o dönemde 18 yaşından küçüklerin atari salonlarına girmesi yasaktı. Salona bazen polis baskını olurdu. Herhangi bir cezai işleme maruz kalmazdık; ama her seferinde oyun keyfimiz yarıda kalırdı.

PAZAR GECESİ SİNEMASI…
Rahmetli babam ne çok severdi yabancı filmler izlemeyi.  
Televizyon kanallarında şimdiki gibi film bolluğu yoktu.
En kaliteli filmler hafta sonlarında oynardı.
90’lı yıllarda o zamanki adıyla Star 1 kanalında her pazar gecesi, Parliament Sinema Kulübü’nün sinema filmleri oynardı.  
All My Life isimli şarkıyla özdeşleşen muhteşem bir jeneriği vardı.
Bir zamanlar evlerde video oynatıcının olması da fevkalade lükstü.
Video kaset kiralayan dükkanlar vardı.
Misal, Sylvester Stallone'nin Rambo ve Rocky filmleriyle ilk tanışmamız; video oynatıcımız aracılığıyla olmuştur.
Video oynatıcımız, benim çocukluk yıllarımın Netflix’iydi adeta.

Anlatılacak o kadar çok anekdot var ki… TRT1 ekranında hala yeni versiyonuyla devam eden Seksenler dizisi, o yılları yad etme ve günümüzle mukayese etme noktasında önemli bir misyon üstleniyor. Usta oyuncu Yılmaz Erdoğan’ın deyimiyle; severek değil, izleyerek seviyorum.

FOÇALI OLMANIN AVANTAJI
Şimdilerde satışıyla yeniden gündeme gelen Foça Tatil Köyü’nün (Club Med- Fransız Tatil Köyü) kapılarını açış tarihi 1968’dir. Türkiye’nin ilk tatil köyüdür.
Fransız Tatil Köyü’nün çok uzun yıllar Foça’da faaliyet göstermesi, yerleşik halkın yaşamına da temas etmiştir.
Yaz sezonunda tatil köyünde çalışan Foçalılar, kış aylarında da Club Med’in Avrupa’daki tesislerinde istihdam edilmiştir.
 Zaman içinde Foça’da ilkokul mezunu olan insanların bile kendi aralarında Fransızca konuşmaya başladığı görülmüştür. Bu şu demektir: Foça ve Foçalılar, Türkiye’deki görece birçok kente nispeten, modern kültürle çok daha erken tanışma fırsatını bulmuştur.

Kemal Sunal’ın Davaro adlı filminde; Memo’nun Almanya’dan köye dönüşünde, annesi rolündeki Adile Naşit’e getirip hediye ettiği mikseri hatırlamayan yoktur herhalde. Kıssadan hisse… Foça, benzer sahneleri çok daha önceden yaşamış bir kasabadır.

BİM, A101, Migros, CarrefourSA gibi zincir mağazalar sayesinde, Türkiye’de süpermarketler çoğalmaya devam ediyor. Düşünüyorum da Foça gibi küçük bir kasabada yaşıyor olmamıza rağmen, bizim süpermarketle ilk tanışıklığımız 1980’li yılların ortalarına rastlıyor.
Foça’daki Pehlivanoğlu Market’in bulunduğu yerde, o yıllarda Foça Belediyesine ait Tanzim Satış Mağazası vardı. Sonradan belediyeye CHP’ye geçince orada yangın falan çıktı-ki ayrı bir yazı konusu olmalıdır-

Bu sebepledir ki, emsallerine nispeten modern dünyayla çok daha önceden tanışan Foça’da doğup büyüdüğüm için kendimi şanslı hissediyorum. Her ne kadar sonradan geri kaldıysa da…

Henüz 12 yaşındaydım ve yaşadığım kasabada Dünya Güzellik Yarışması yapılmıştı. Az önce sinemadan bahsetmiştik değil mi? Düşünün, kasabamız Foça’da merkezi uydu sistemi vardı ve biz bütün Avrupa kanallarını evimizden izleyebiliyorduk. Daha ne olsun!

Foça’ya özgü sayfalar dolusu örnekler verebilirim. Ancak benim, Foça örneği üzerinden yola çıkarak işaret etmek istediğim nokta başka!
Keşke Foça’da doğup büyüdüğü için kendini şanslı hisseden bendeniz Hasan Eser gibi, bugün yaşı 50’nin üzerinde olan bütün insanlar da Türkiye’de doğup büyüdüğü için kendilerine şanslı hissedebilselerdi.
Darbeler, yasaklar, bürokratik oligarşi, istemezük zihniyeti, toplumu tek tipleştirme eğilimleri ve İslam’ı ‘yasaklar dini’ gibi yansıtma yaklaşımları, kim bilir ne çok zarar verdi ülkemize.

Matbaanın icadı Dünya için bir milattı. Matbaanın Osmanlı’ya 200 yıl gibi bir gecikmeyle gelişi, bilimsel ve kültürel açıdan Avrupa’dan geride kalınmasına neden oldu. Avrupa, 18. ve 19. Yüzyılda sanayi devrimini yaptı. Haliyle, Osmanlı sanayi devrimini de ıskaladı ve o bedeli ağır ödedi. Belki de halen ödüyoruz?

Matbaanın icadı, sanayi devrimi, askeri orduların modernizasyonu ve üretim ekonomisi…

Bu saydıklarımızın her biri dünyayı şekillendiren realitelerden sadece birkaçı…

Şimdi yeniden bir miladın eşiğindeyiz!

Evet tahmin ettiğiniz gibi, sanal devrimi yaşıyoruz. Covid-19 salgınıyla da birlikte değişim ve dönüşümde hızlanma sürecine girdik.

Sabah uyanıyorum, gazetemi iPad’imden okuyorum. Kâğıda basılı gazete tarih oluyor.

Bütün alışveriş ödemelerimi kredi kartımla, hem de temassız özelliğiyle ödüyorum. Kâğıt para tarih oluyor!

Beyaz eşyadan tutun da giyim kuşama kadar bütün ihtiyaçlarımı internet üzerinden temin ediyorum. Mağazacılık tarih oluyor!

İzmirim kart gibi akıllı kartlar sayesinde, toplu ulaşımda bilet, jeton ve nakit ücret gibi kavramlar çoktan tarih oldu bile. Bu arada, hijyen açısından ulaşım kartıma bakiye yüklemesini de internet üzerinden yapıyorum. Darısı ticari taksilerin başına!

Netflix’e üyeyim ve bu sayede en yeni filmleri evimden izleyebiliyorum! Sinema salonları tarihe karışmasa bile cazibesini yitirebilir.

GDZ Elektrik, İzmir Doğalgaz, İZSU ve TTNET faturalarımı da internet üzerinden yatırıyorum. Vezneye gidip sıra bekleme tarih oluyor!

Bütün gelir ve giderlerim internet üzerinden gerçekleşiyor. Paraya el sürmek de tarih oluyor. Ki, Bitcoin ve Dogecoin gibi kripto/sanal paralar da yavaş ama sağlam adımlarla giriyor hayatımıza.

Bazen evde yemek yapmak veya markete gitmek, dönüşünde poşetleri taşımak ne zor geliyor değil mi insana? Basit bir uygulama sayesinde, ne ihtiyacım varsa geliyor kapıma!

E-posta ve SMS’in mektuplaşmayı tarihe gömmesiyle başlayan süreç, WhatsApp-Telegram gibi uygulamalarla zirve yaptı. Görüntülü iletişim ve anında veri paylaşımı, hayatımızın sıradanlıklarından biri oldu. Hatırlıyorum da çocukken izlediğim yabancı filmlerde, ulusalar arası ajanların bağlı oldukları merkezle görüntülü görüşebiliyor olmaları nasıl hoşuma gidiyordu.

Bu arada, AK Parti hükümetinin alametifarikalarından biri olan e-devlet sayesinde, artık devlet dairelerine işim düşmez olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim.

İnsansız hava ve kara araçları, yazılımlar, algoritmalar, robotlar ve teknolojiye dair aklımıza ne geliyorsa, hücuma kalkmış bir ordu gibi geliyor bütün dünyanın üzerine…

Emin olun bundan kaçış yok! “Yahu benim teknoloji işlerine hiç kafam basmıyor” deme gibi bir şansımız da yok!
7’den 70’e herkes, en azından işini görecek kadar, teknolojiyle haşır neşir olmak zorunda. ‘Bana ne!’ diyene iş de yok, aş da yok bu saatten sonra!

Bu realite siyaset için de geçerlidir. Bir dahaki seçimlerde, milletvekilliğine veya belediye başkanlığına aday kişilerin teknolojide ne kadar yeterli olduğu da aranan önemli kriterlerden biri olacaktır. Zaten daha bilgisayar kullanmasını bilmeyen ve daktilo döneminde takılı kalan siyasetçiler, bir zahmet kenara çekilip yer açsınlar Z kuşağına!

Diyeceğim o ki, kendi yaşadığı zamanın yüz yıl ötesini görebilecek kadar vizyoner bir lider olan Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı’nın düştüğü hatalara düşmemeli, zamane yeniçerilerinin kazan kaldırışlarına aldırış etmemeli, dünyadaki değişim ve dönüşümü, yani sanal devrimi ıskalamamalı ve Atatürk'ün işaret ettiği muasır medeniyetler seviyesine ulaşma hedefinden asla şaşmamalıdır.

Bunun içindir ki, Türkiye'nin 10 yıllık milli uzay planını paylaşan ve ortaya bir hedef koyan Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kutluyor ve zat-ı devletlerini ayakta alkışlıyorum.

Ha… Muharrem İnce’nin ‘kuantum’ açıklamasından mest olup da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Uzay’ açıklamasından rahatsız olan modern yeniçeriler, varsınlar ‘istemezük’ diye bağırmaya devam ededursunlar. Bu kervan onlara rağmen yürümeye devam edecektir nasıl olsa…

NOT: Teknoloji çok mu iyi bir şeydir? Görece kötü tarafları vardır elbette! Misal, Türkiye’de geleneksel balıkçılığın yok oluşu, balıkçı teknelerinde kullanılan ileri teknolojilerin bir sonucudur.

Hasan Eser / Mahalli Gündem.com