O Belediyede neler oluyor?

HASAN ESER

​​​​​Yanıt veriyorum: Bilmiyorum!

Ayrıca bilsek ne olacak ki…

Farkında değil misiniz?

Görüp de görmezlikten gelmek, hayatımızda giderek yaygınlık kazanıyor.

Evet, herkes her şeyin farkında, ama ne fayda!

Kimi “Bana dokunmayan bin yaşasın!” diyerek, bireyselciliği esas alıyor.   

Kimi “Bal tutan parmağını yalar!” diyerek, ‘fırsatçılığın günümüz dünyasının bir gerçeği’ olduğuna işaret ediyor. Üstü kapalı da olsa “Ben de olsam öyle yapardım” imasında bulunuyor.

Kimi “Benim elimden ne gelir ki!” diyerek, öğrenilmiş çaresizliğin bir getirisi olan ‘kabullenmişliği’ kanıksıyor.

Kimi “Bu devran böyle gelmiş, böyle gider!” diyerek, bilerek ya da bilmeyerek statükoculuğa hizmet ediyor.

Kimi “Biz de biliyoruz neler olduğunu ama ne yaparsın, geçim dünyası işte...” diyerek, ucundan-kenarından da olsa kendisine düşen kısım için kapatıyor gözlerini.

Kimi “Sen bizimkilere laf ediyorsun, ama sizinkilerin de neler yaptığına hiç bakmıyorsun!” diyerek, sürekli karşı mahalleyi işaret ediyor. Kendi mahallesinde ayyuka çıkan olumsuzlukları, her seferinde karşı mahallenin olumsuzluklarıyla temize çekmeye çalışıyor.

Kimi “Ebemizi belleyen kadı ise kimi kime şikâyet edeceğiz?” diyerek geçiştiriyor konuyu. ‘Ne yapabiliriz ki?’ kolaycılığına sığınarak soğutuyor yüreğini.

Ve…

Kimi de “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar!” sözünü dilinden düşürmüyor. Kendi zaviyesinden “Paylaşımda eşitsizlik olmasın”a getiriyor lafı.

Amma velakin…

Kamu’yu ilgilendiren herhangi bir konuda, illegal olduğu kanısıyla, tespit ve şikayetlerini vatandaşlık (Bazen de gazetecilik) refleksi ve sorumluluğuyla gündeme getiren, ama günün sonunda ‘suçlu’ duruma düşen insanlar da yok değil dünyamızda.

Bu nedenle olsa gerektir ki, alışageldiğimiz ya da alıştırıldığımız düzeni sorgulama gereğinde bile bulunmuyoruz artık.

###
BİLDİĞİNİ UNUTURSUN!
Kasaba siyasetini “Zübük” adlı trajikomik eseriyle hicveden Aziz Nesin’den sonra, güçlü bir eser daha çıkmadı ülkemizde.

Halbuki siyaseti hicvetmeyi tarz edinen yazarlar için, tam anlamıyla bir madendir bazı kasabalar. Kazdıkça gelir gerisi…

Kasaba siyaseti her zaman renkli ve eğlencelidir.

Küçük bir kasabada kuyumculuk yapan bir abim, her seferinde şöyle yorumlar kasaba siyasetini: “Bildiğini unutursun…”

Temennimiz: Kasaba siyasetinin sanat dünyasında, özellikle de beyazperdede daha çok yer bulmasıdır.

GERÇEKTEN NELER OLUYOR O BELEDİYEDE?
- “Adamlar malı götürüyor”

- “Belediye araçlarını kendi özel işlerinde kullanıyorlar”

- “Belediyenin parası heba ediliyor”

- “İmar Müdürlüğünde neler dönüyor neler”

- “Belediye ‘bankamatik’ cenneti olmuş; çalışıyor(muş) gibi yapıp da o kadar çok maaş alan var ki…”

- “Belediyede liyakati ara ki bulasın; ayaklar baş, başlar ayak olmuş…”

- “O başkan yok mu o başkan… Bir yediğini bir daha yemiyor, bir giydiğini bir daha giymiyor. Şişenin dibine vuruyor, hatta daha neler yapıyor neler”

- “O spor kulübü yok mu o spor kulübü, işte orası tam bir aklama merkezi…”

Dedikodulara, tespitlere, itiraflara, iftiralara, iddialara ve suçlamalara yönelik örneklendirmeler çoğaltılabilir.  

Yukarıda sıraladığımız örnekler, tipik kasaba siyasetinin kalıplaşmış söylemleridir.

Peki, doğruluk payı var mıdır?

“Ateş olmayan yerden duman çıkmazmış!” ya da “Bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir” klişeleri üzerinden satırlarına gizem katmaya çalışan kalemlerden değilim ben!

Kasabalarda yaşayan insanlar, metropollerde yaşayan insanlara nispeten yerel siyaset ile daha içli dışlıdırlar.

Misal, Karşıyaka’da ikamet eden tipik bir vatandaş için belediyede neler olup bittiğinin pek bir önemi olmaz iken, Foça gibi küçük bir kasabada yaşayan bir vatandaş için belediyede neler olup bittiğinin büyük önemi olabilir.

Kasaba belediyeleri için çıkan her dedikodunun doğru olduğunu/olabileceğini savunmuyorum.
Aksine kendi kasabamda vakıf olduğum bazı konuların nasıl abartıldığına da bizatihi şahit olmuşluğum vardır.

Yeri gelmişken…

Osmanlı döneminde devleti idare eden padişahların tebdil-i kıyafet ederek halkın içine karışmaları her zaman dikkatimi çekmiştir.

Bence siyasi partiler de iktidarda oldukları şehirleri bu şekilde denetlemelidir. Doğrudan ve sadece genel başkana bağlı olmak üzere görevlendirilen fahri müfettişler, sıradan vatandaş görünümüyle çok rahat bir şekilde MR’ını çekebilirler belediyelerin.

İDDİALAR… İDDİALAR… İDDİALAR…
Kasabalarda her dönem birtakım iddialar ortaya atılır ama hepsi havada kalır.

Ne iddiayı ortaya atanlara bir şey olur, ne de suçlananlara…

Ne ki her yaptığı yanına kar kalan eski belediye başkanlarıyla dolu memleket!

Hangisine ne sorsanız: “Biz, yasal olmayan hiçbir iş yapmadık” yanıtını alırsınız.

Peki, toplum nezdinde olumsuz olarak kabul edilen ve etik değerlerle örtüşmeyen işlerin yasal ya da yasaya uydurulmuş olmaları, temize çıkmak için yeterli midir? Kanunlar nezdinde yeterli olabilir, ama bir de ilahi adaletin terazisi var ki, o’nda şaşma olacağını hiç sanmıyorum!
 
Aslında yöneticilikte önemli olan vicdani kanaattir. Halkı yönetmekle mükellef olan yöneticiler karar alırken, her zaman belediye mevzuatında yazanlarla değil, bazen de vicdani olarak karar vermelidir. Öyle ki tüyü bitmemiş yetimin hakkının sorumluluğu üstlenen yöneticiler, akşam başını yastığa koyduklarında vicdanen rahatlar ise ortada hiçbir sorun yok demektir.

Son olarak…

Yukarıda birtakım örnekler verdik…

Ne diyor vatandaş: “Adamlar belediyede şöyle yapıyor, böyle yapıyor...”

Şimdi bu noktada 2 önemli husus var!

    Gerçekten sorumlu ve duyarlı olanlar

    Üstü kapalı “Sıra ne zaman gelecek?” diye soranlar.

Vatandaşlık bilinciyle hareket eden ve yanlışlara karşı duran her bir yurttaşımıza saygı duyuyorum!

Öte yandan ilginç bir ülkede yaşadığımızı düşünüyorum.

Bir düşünsenize, mevcut düzenden rahatsız olduğu için, düzeni değiştirmek iddiasıyla/vaadiyle yola çıkan ve bu yolda muvaffak olup hedefe ulaşanlar, iş başına geldikten kısa bir zaman sonra, önceden şikâyet ettikleri düzeni değiştirmek yerine, mevcut düzenin bir parçası ve devamı olmaktan geri kalmıyorlar.

Misal, memleketim Foça’da, geçmişte eski belediye başkanımız Gökhan Demirağ’ı yerden yere vuranlar, gelinen noktada Gökhan Demirağ’ı gündüz vakti mumla aratır oldular.  

Sözün özü, sistemden beslenemediği için sistemin değişmesi gerektiğini savunanlarla, sistemin gerçekten değişebilmesi için sistemin kendisine sunduğu imkanları elinin tersiyle itenleri iyi ayırt etmek gerektiğini düşünüyorum. Kalın sağlıcakla…
 
Günün sözü: Sistemden beslenenler sistemi değiştiremezler!  (Cem Boyner) 

Hasan Eser / Mahalli Gündem.com