Bal yapmayan belediye başkanı

HASAN ESER

Konumuz futbol değil; ama paylaşmak istediğim anekdot futboldan…

Türk futbol dünyasının duayen isimlerinden Güvenç Kurtar, A Spor’da katıldığı bir programda “İyi futbolcu”nun tanımını yaptı. 

‘İyi futbolcu’ tanımını üç ana başlıkta açıklayan Güvenç Kurtar: “Futbolcu kaç tane gol atmış, kaç gol attırmış/katkıda bulunmuş ve rakibin kaç golüne engel olabilmiş..” dedi ve ekledi: “Çok güzel çalım atıyormuş, topa artistik vuruyormuş, estetik hareketleri varmış, ama bal yapmayan arı misali, ne fayda!”

“İyi futbolcu” tezini, kıssadan hisse niteliğinde ve dikkati çeken bir hikayeyle destekleyen Güvenç hocamızın anlattığı hikâye şöyleydi: 

Kabiliyete ve yeteneğe önem veren Padişah’ın huzuruna çıkarılan adam, 40 adım uzaklıktan ipliği atınca iğnenin deliğinden geçirdiğini söylemiş ve bu yeteneğini derhal kanıtlamış. 

Gösteriden bir hayli etkilenen Padişah emir buyurmuş: Bu adama 100 altın verin sonra da 100 sopa vurun. 

Padişah’ın bu tavrı karşısında şaşıran becerikli adam, titrek bir ses tonuyla: “Padişahım 100 altını anladım da 100 sopa neden?” diye sormaktan kendini alamamış. 

Padişah da son derece manidar bir yanıt vermiş: “Hünerini çok beğendim, hünerin için 100 altın, aklını böyle lüzumsuz işlerde kullandığın için de 100 sopa…”

Gel de hak verme Güvenç Hoca’ya. 

Maalesef ülkemiz futbolunda takımına katkıda bulunanlar değil, tribünlere oynayanlar kabul görüyor.

Ne ki sadece futbolda değil, hayatın birçok alanında vaziyet bu yönde değil midir?

Kahvede oturuyoruz, televizyon açık ve ekranda her daim popülizmin dibine vuran siyasetçi konuşuyor; bir an için etrafa göz gezdiriyorum, yan masadaki yaşlı amca takılıyor gözüme, adeta mest olmuşçasına takip ediyor ekranı. 

Benzer duruma coşkulu mitinglerde de rastlamak mümkün!

Siyasetçiyi dinlerken kendinden geçenlere, konuşma bittikten sonra, “Ne anlattı/ne anladınız?” diye sorabilsek, acaba müspet yanıtların yüzde oranı ne olurdu?

İlginç bir sosyokültürel yapımız var!

Dinlediğimiz siyasetçinin ne söylediğinden daha çok nasıl söylediğiyle ilgileniyoruz!

Hitabetin içeriğine değil, şekline önem veriyoruz.

Telaffuzu, tonlamayı ve vurgulamaları iyi yapan bir siyasetçinin neler söylediğinin gerçekten bir kıymeti harbiyesi yok. Sadece ve sadece güzel konuşabiliyor olması yeterli...

Yaşadığım yörenin siyasal eğilimlerini gözlüyorum. 

Parti genel merkezine yakınlığıyla aday olan ve partisinin gücüyle seçilen (örtülü atamayla) belediye başkanı olanların destekçilerini takip ediyorum. 

Desteklenen belediye başkanının eğitimine, mesleki kariyerine ve geçmişinde ne gibi başarılar elde ettiğine bakıyorum; ne yazık ki kayda değer hiçbir şey bulamıyorum. 

Hemen her konuşmasında “Ülkemizin en temel sorunu liyakat sisteminin çökmesidir” diyen CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na nazire yaparcasına, liyakat eksikliğine rağmen oturduğu koltuğun hakkını veriyor mu diye inceliyorum; yine elle tutulur bir şey göremiyorum!

Bu sefer de dönüp halkın yaklaşımlarına bakıyorum; sosyal medya bu konuda epey bir fikir veriyor takip edene. 

Ne yalan söyleyeyim, tepeden inme aday gösterilmekle birlikte ideolojik saiklerin avantajıyla seçilen ve asli görevlerini kısmen yerine getirmenin dışında pek bir yaraya merhem olamayan Başkan Bey’in sosyal medyada İstanbul’u fetheden komutan muamelesi gördüğüne şahit olunca, şaşırmaktan başka da bir şey gelmiyor elimden. 

Ortada, Başkan Bey’in övünebileceği ya da vatandaşın övebileceği somut hiçbir şey yok!

Fakat Başkan Bey, sosyal medyada o kadar güzel ve psikolojik pozlar paylaşıyor ki (Kahvede büyük siyasetçiyi dinleyen yaşlı amca gibi) vatandaşı mest ediyor. 

Adeta bir sosyal medya fenomenine dönüşen/dönüştürülen Başkan Bey, karizmatik bir fotoğraf paylaşıyor ve peşinden sayısız yorum geliyor:
-    Sayın başkanım başarılarınızın devamını diliyoruz!
-    Sevgili başkan daima yanındayız!
-    Senin gibi bir başkanımız olduğu için çok şanslıyız!

Merak etmiyor değilim, acaba devamını diledikleri başarı; bazen masum, bazen otoriter, bazen yorgun, bazen de çocuksu pozların sosyal medya üzerinden paylaşılmasına devam edilmesi yönünde mi? 

Sosyal medyanın bu kadar yaygın olmadığı yıllarda, memleketim Foça’da, yıllarca aynı teraneyi dinledim: “Çok şanslıyız; başkanımız genç, yakışıklı ve dinamik…” 

Yahu, belediye başkanının yakışıklılığından bana ne! 

Gerçekten bu nasıl bir takıntıdır böyle!

78 yaşındaki Joe Biden, ABD’ye Başkan seçilebiliyor; ama benim ülkemde, halkın bir kısmı siyasetçileri halen hitabet şekli ve/veya fiziki görünüşü üzerinden değerlendiriyor. 

Güvenç hocamın futbol üzerinden verdiği örnek gibi, ben de diyorum ki: Benim belediye başkanım kente ne kazandırmış, hangi kazanımlara katkıda bulunmuş, kentin aleyhine olan hangi işlerin önüne geçebilmiş?

Ha! 40 adım uzaklıktan ipliği atınca iğnenin deliğinden geçiren kişi misali, Başkan Bey, topa çok güzel vuruyormuş, harika zeybek oynuyormuş, çok şık giyiniyormuş, kara gözlükleriyle tam bir karizmaymış, koltuğa çok yakışıyormuş, çok da naifmiş…

Ne diyelim? 

Bundan iyisi Şam’da kayısı!

Hem daha ne istiyorsunuz; Kıvanç Tatlıtuğ’un, Kenan İmirzalıoğlu’nun ya da Burak Özçivit’in kasabanıza gelip size başkanlık edecek halleri yok nihayetinde!

Yetinin elinizdekiyle… 

Yeri gelmişken… 

Bir zamanlar belediye başkanları için ‘Şehrül Emin’ yani ‘Şehrin emin kişisi’ tanımı yapılırmış. 

Günümüzde de aile yapısı, dünya görüşü ve güvenirliliğin yanı sıra; eğitim, deneyim, mesleki başarı gibi liyakat başlığı altında sıralayabileceğimiz özellikler, belediye başkanlığı için aranan nitelikler arasında yer alıyor. 

Peki, aranan bu özellikler bir genel kabul müdür?

Apolitik insanlar nezdinde olabilir, ama genel tabloda öyle olduğunu hiç sanmıyorum!

Zaten kimlerin aday olacağına halk değil, lider sultasının hüküm sürdüğü siyasi partilerin genel merkezleri karar veriyor.

Liderin 2 dudağının arasından çıkan kişi belediye başkan adayı oluyor; hatta ideolojik siyasetin ağırlıkta olduğu yerlerde, seçim prosedürden ibaret oluyor ve aday gösterilmek doğrudan belediye başkanlığına seçilmek/atanmak anlamına geliyor. 

Siyasi eğilimi futbol taraftarından farksız olan seçmen de aday olan kişinin yeterli ya da yetersizliğine bakmaksızın, parti genel merkezinin dayattığı isimlere oy verebiliyor. 

Allah aşkına, böyle demokrasi mi olur!

Adayı tasvip etmediği halde sadece partisi adına oy veren kişi için “tercih makamı” diyemeyiz, bunu yapan olsa olsa “onay makam”dır-ki seçmek ile onaylamak arasında dağlar kadar fark vardır-

Not: Sıkı bir futbolsever olarak söylüyorum: Türkiye’de futbola dair rasyonel bir bakış açısıyla yorum yapan üç isim var; biri Cem Dizdar, diğeri Alp Pehlivan, bir diğeri de Güvenç Kurtar. TV’ye yorum yapmak üzere çıkan bazı futbolcu eskilerinin programlarına da bakıyorum arada, ama o programlarda eksik olan tek şey mangal! Hani ortaya bir de mangal yaksalar, programları sanki daha bir güzel olacak gibi geliyor bana! 

Hasan Eser / Mahalli Gündem.com