ÜLKÜ GÖZEN STEWART

ÜLKÜ GÖZEN STEWART

Roman yazarı

Megaloman'yak falan değilim, gayet edebiyatçıyım! (ı)

30 Temmuz 2021 - 17:29

Hasan Uygun’un 2007 yılına ait mavimelek.com’da “Biz Edebiyat Yapıyoruz, Ya Siz? II” başlıklı yazısında “edebiyatçı”yı unvan, meslek, isim olarak hak etmeden sahiplenilsin ve havadan nasiplenilmesin düşüncesiyle iyice anlaşılsın, beyinlerde tam netleşsin, doğru algılansın duygusu ya da tepkisiyle birkaç biçimde üst üste tanımlamış. Çok da iyi yapmış.

Araştırarak sunduğu çeşitli “edebiyatçı” anlatımlarının bir kısmını sıralamak istiyorum.
Edebiyatçı, edebiyatla uğraşan kimseye denir. Yazıncı, yazın eri yani yazınla uğraşan, yazınsal ürünler veren kimseye.
Edebiyat dersi okutan öğretmene.
Edebiyatçı, edebi eser veren kişidir.
Edebiyatın konusu içine girmiş olan yazılı ve sözlü herhangi bir konuda eser vermiş kişidir edebiyatçı.

“Edebiyatçı kimdir?” sorusuna verilmiş direkt bir yanıt olarak saymadığı “Edebiyatçılar” başlığı altındaki bir yanıtı da tüyler ürpertici bir yorum olarak sunmuş. Bir edebiyatçının “tüyler ürperten” diye ifade ettiği yorumunda edebiyatçıyı "Ekserisi hassas, duygulu ve gönül adamıdır. Yine ekserisi milliyetçi bir çizgi üstünde yürür. Sırf matematik veya sayısal dersleri zayıf diye bu yolu seçmiş olanlar da mevcuttur." diye tanımlamış.

Gerçekten de insanın tüyleri ürperiyor!..
Ve Sn. Hasan Uygun “Bu tanımlar elbette ki zenginleştirilip daha da detaylandırılabilir; ancak 'Edebiyatçı kimdir?' sorusu söz konusu olduğunda, bir ortak payda tayin etmemiz adına şöyle bir sınır çizebiliriz.” dediğinde verdiği yanıt favorim oldu. “Edebiyatla uğraşan, söz söyleme ustası, iyi ve kalıcı yazınsal ürünler vermeye çalışan kişidir edebiyatçı.” demiş.

Siz ne diyorsunuz? Ben müthiş tanımlama diyorum. Ve bu müthiş tanımlamanın özellikle “söz söyleme ustası” ayrıntısında kendimi buluyorum. İşin had bilme kısmı hatırlatılacak olunursa, ben de vaktizamanında Cihangir’de İsmail Dümbüllü Sokak’taki Güreli Apartmanı’nın beşinci katında daha önce Müjdat Gezen’in ikamet ettiği 10 numaralı dairede oturan rahmetli Aziz Nesin’in “Senin kalemin tam bir Huysuz Virjin!” diyerek iki kat aşağıda oturan Seyfi Dursunoğlu’nu parmağıyla işaret ettiğini, yıllar sonra da Onur Akay’ın “O bir kelime sihirbazıdır.” diye tanımladığını bilenlere hatırlatırarak, bilmeyenlere de bildirerek bu devrin sayılı söz söyleme ustalarından biri olduğumu ibraz ederim!

Fakat Sn. Hasan Uygun bu paragrafının devamında muğlaklığa da yer vermemek adına, edebiyat konusu içine girmiş olan yazılı-sözlü herhangi bir konuda eser vermiş kişinin edebiyatçı olarak anılmasına da şiddetle itiraz etmiş. Bu itirazı da aynı şekilde ikinci favorim.

Yine devamında, “Günümüzün en büyük sorunlarından biri de bu aslında.” diye altını, hatta kim bilir, belki de üstünü çizdiği (!) “Edebiyatçı olmanın kriterleri nelerdir? Ya da bundan daha da önce sormamız gereken bir soru olarak; Edebiyatçı olmanın kriterleri var mıdır ve bunları kim tayin eder? Satış listeleri mi, edebiyat eleştirmenleri mi?” diye ele alıp göze soktuğu konudan yol alarak devam etmek istiyorum.

Edebiyat eleştirmenlerinden ödünç aldığını da belirterek ilk elden sıralamamız gerekenin “(1) Kalıcı bir eser yaratmış olmak, (2) dilde yeterli olmak, (3) zengin bir kelime dağarcığına sahip olmak, (4) anlatıma bir yenilik katmış olmak ve (5) yazım kuralları hakkında bilgi sahibi olmak kriterleri sanırım bu mesleğin -evet öte yandan edebiyatçılık bir meslektir de- olmazsa olmazları.” diyerek çok da güzel ve nokta atışlı izah etmiş.

Ben, vurgusunu da, tanımını da, hırsını da, çabasını da, göze ve akla sokmaya çalıştığını da gayet iyi anladım.

Ve Sn. Hasan Uygun “Bu durumda, yazıyla uğraşan ve kitap yayınlamış olan herkes de edebiyatçı olmuyormuş demek ki!” diyerek ünlemli düşüncesini de şık bir ünlem işaretiyle ünlemlemiş!

Ne kadar doğru! 18/06/2007 tarihli bu metnin tamamını hem hayranlıkla hem de gururla okudum. Herkese de okumasını öneririm. Özellikle yazan, köşe yazan, kitap yazan, okuyan herkese.

“Günümüzden bakıldığında, elbette ki kalıcı eser konusunda hüküm vermek çoğu kez imkânsızdır; buna ancak edebiyat tarihi şahit olabilir. Fakat 'görünen köye kılavuz gerekmediği' gibi, görünenle gerçeği ayırt edebilmek adına, çoksatar listelerinin kalıcı eserlere dalalet olmadığına hükmetmek de haddimiz sınırları dahilinde olsa gerek.

Üniversitelerimizden pek nadir yetişen insanlar olarak, edebiyat eleştirmenlerinin hüküm sınırları içindeki dilde yeterlilik, anlatımda yenilik, zengin bir kelime dağarcığı ve yazım kuralları hakkında bilgi sahibi olmak ise günümüz edebiyatçılarının en çok ıskaladığı konulardan birkaçı. Ama tabii bu tespit, paparazilerle yatıp kalkan, muhtelif televizyon yarışma programlarının nadide jüri üyelerini teşkil eden ve edebiyat yaptıkları iddiasından da asla vazgeçmeyen yazarlar için kaç yazar?!” ifadesiyle dellendiği bu iki paragrafına da ayrıca dikkat ediniz!

Ben ettim! Sonunda hem soru isareti var hem ünlem! Hem sormuş hem de dayamış! Gerçekten bayıldım. Dilde yeterli, anlatımda yenilikçi, zengin kelime dağarcıklı ve yazım kuralları hakkında bilgi sahibi olarak genel bazda bu konuyu ıskalamadığımı düşünüyorum!

“Bir beyanatında, ‘Edebiyatçı iyi kitap yazmayı düşünür, çok satmayı değil.’ diyor Enis Batur.” demiş. Ve Adalet Ağaoğlu’nun da, "Her mevsim her şey var. İnsanı almaya heveslendiriyor. Domatesi alıyorum bir kesiyorum, tadı tuzu yok, biberi yiyorum bibere benzemiyor." diye onları hormonlu sebzelere benzetmesini eklemiş.

Doğru tespit, doğru benzetme.  Naçizane; bendeniz hormonsuz bir yazarım!

Ve hemen ardından “Bu konuda görüşlerine başvurduğumuz ünlü yazar Hikmet Temel Akarsu ise bakın nasıl tanımlıyor edebiyatçıyı?” diyerek devam etmiş; “Edebiyatçı, insan ruhunun karanlık dehlizlerinde dolaşan, orada karşılaştığı şaşırtıcı bulgularla yeni düşünce evrenleri kuran, bunu türdeşlerine anlatıp yeni maceralara kapılar aralamaya çalışan, insanı insan yapan, iyi ve kötü bütün özellikleri yoğurup bunlardan yeni yeni düşünce biçimleri yaratan, dahası tüm bunların peşinde koşmaktan kendini alamayan kişidir. Edebiyatçı kimi zaman insanlığın vicdanıdır, kimi zaman sağduyusu, kimi zaman bir provokatördür, kimi zaman ise bir uyumsuz. Kimi zaman bir kahramandır, kimi zaman bir hain, kimi zaman bir kurtarıcı, kimi zaman ise bir yadsıyıcı ya da nihilist. İyi bir edebiyatçı bunlardan herhangi biri olabilir. Ama bir özelliği vardır ki edebiyatçının; onu belirler: O, düşündüklerini ve yarattıklarını insanlığın kadim zamanlardan bu yana yaratmış olduğu en gelişkin işaretleşme tekniği olan dili kullanarak aktarmak ister. Bu da onu bir nevi sosyal kişilik, 'yarı peygamber'; yani irşat eden noktasına taşır."

İşte bendeki son nokta! Şimdi kendimden daha da eminim. “Yazar” sınırlarında değil, kesinlikle bir edebiyatçıyım! Hayatı, içinde olduğum ve denk geldiğim insanları, yaşam biçim ve biçimsizliklerini bir Orca balina gözüyle zoomlayarak inceledim, irdeledim. Empatisini kurduğumda sempati duydum ya da duymadım. Ve fil hafızasıyla zihnimde koruyarak sayfalarda hem edebileştirdim hem de ebedileştirdim.

Ve tıpkı Sn Akarsu’nun ifade ettiği gibi kalemimle insan ruhunun karanlık dehlizlerinde dolaşıp, orada karşılaştığım şaşırtıcı bulgularla yeni düşünce evrenleri kurdum. Ve bunu türdeşlerime anlatıp yeni maceralara kapılar aralamaya çalışan, insanı insan yapan, iyi ve kötü bütün özellikleri yoğurup bunlardan yeni yeni düşünce biçimleri yarattım. Tüm bunların peşinde koşmaktan kendimi alamadığım da doğrudur. Kimi zaman insanlığın vicdanı, kimi zaman sağduyusu oldum. Kimi zaman bir provokatör oldum, kimi zaman ise uyumsuz. Sn. Akarsu “kimi zaman” demiş ama ben “kimine göre” diyeceğim! Kimine göre bir kahramanım, kimine göre bir hain, kimine göre bir kurtarıcı, kimine göre ise bir yadsıyıcı ya da nihilistim ya da idim! Zamana ya da kişiye göre hep bunlardan biri ya da birkaçıyım ya da idim! Ve yine “yazan” veya sadece “yazar” değil de bir edebiyatçıyım diyebileceğim işaret ettiği özelliğim, düşündüklerimi ve yarattıklarımı insanlığın kadim zamanlardan bu yana yaratmış olduğu en gelişkin işaretleşme tekniği olan dili kullanarak aktarmak istediğim ve bunu yaptığımdır. Bu da aynen kendisinin altını çizdiği gibi beni bir nevi sosyal kişilik, “yarı peygamber” yapar. Kendisi peygamber demiş ama toplumumuzun önyargısına maruz kalmamak adına ben elçi demek istiyorum, “yarı elçi” diye yumuşatarak diğer anlamını kullanayım; yani yol gösteren anlamına gelen irşat eden noktasındayım.

Sn. Hasan Uygun “Akarsu'nun bu mükemmel tanımından sonra -bu kez de onun kelimelerinden ödünç alıp- özetlersek, edebiyatçı bir yarı peygamber (elçi) olarak kadim zamanlardan bu yana yaratılmış en gelişkin işaretleşme tekniği olan dili en mükemmel ve yenilikçi bir şekilde kullanabilen kişidir.” diye tanımlamaya yorum ve düşüncesini katıp “Sonuç olarak, günümüz yazarlarından kimlerin yukarıda çerçevesi çizilen tanımların sınırları dahilinde olduğunu söylemek -bunca tanıma rağmen- yine de haddimi aşan bir konu. Bu yüzden, günümüzden geleceğe kalacak, iyi edebiyat ile edebiyatçı hükmünü edebiyat tarihçileri ve eleştirmenlerine havale ederek bu konudan usul usul sıvışıyorum.” diye yazısını tamamlayıp sıvıştığını beyan etmiş.

Okudum.
Anladım.  
Ve son iki kitabım, birinin eşi olmayı, “kadın” kadın nasıl olunur’un, delikanlı ve delikan’sız ile karizma ve karı’izma erkek ayırımını yaptığım bir aşk romanı olan Çay Çiçeğim ve çocukluğunda ailesinden şiddet görerek büyüyen, yuvadan uçup gittiğinde tanıdığı bildiği insanların yalanları, adilikleri ve ahlâksızlıkları neticesinde ruhunun öldürülmesiyle ruhen yapayalnız kalıp şizofrenleştikçe bir tek “Allah Baba” diye el açıp sığındığı Allah’ın emri olduğunu ileri sürerek kendisine ve hayvanlara zulmeden kişileri ince ince planladığı birbirinden korkunç infaz yöntemlerini uygulayarak kendi adaletiyle taker teker öldürüp cezalarını verdiğine inanan bir cinayet romanı olan Allah’ın Kızı en başta içeriklerinde verdiği toplumsal mesajlarla ebedi edebi eser olarak edebiyat dünyasına katılmış iki kitaptır. Çünkü bu mesleğin olmazsa olmazları doğrultusunda, (1) kalıcı bir eser yaratmış olmam, (2) dilde yeterli olmam, (3) zengin bir kelime dağarcığına sahip olmam, (4) anlatıma bir yenilik katmış olmam ve (5) yazım kuralları hakkında bilgi sahibi olmam kriterleri ile bendeniz Ülkü Gözen Stewart olarak sanırım bir edebiyatçıyım! Ben sanıyorum ama araştırıp öğrenmeyi çok seven eşim bundan pek emin.

Sn. Hasan Uygun’un üst satırlarda “Günümüzden bakıldığında, elbette ki kalıcı eser konusunda hüküm vermek çoğu kez imkânsızdır; buna ancak edebiyat tarihi şahit olabilir.” dediği cümlesini hatırlayarak; evet, günümüzden bakıldığında, elbette ki bir Çay Çiçeğim’in, bir Allah’ın Kızı’nın ve belki sonraki kitaplarımın kalıcı eserlilikleri konusunda hüküm vermek imkânsız. Buna elbette ve ancak edebiyat tarihi şahit olacak. Ancak “olmazsa olmazlar” kriter sıralamasındaki sıralamaya baktığımda, kitaplarımın kalıcı eser kategorisinde olduklarına öncelikle eserlerin idraklı sahibi olarak hüküm veriyorum; naçizane. Nasıl ki bir Mustafa Kemal Atatürk, bir Aziz Nesin, bir Ziya Gökalp, bir Mehmet Akif Ersoy, bir Bedri Rahmi Eyüboğlu, bir Tarık Akan ve onlar gibi vizyonu geniş nice değerli isimler ileriyi görebilen insanlardı; -yine naçizane diyeyim, yoksa peygamber gibi taşlanacağım- buna edebiyat tarihinin şahit olacağını şimdiden görüyorum. Megaloman’yak değilim! Saygı ve kabulleniş veya alay ve kabullenmeyiş doğrultusunda takdire de, fuck’tire de açığım. Yolunu her zaman bulmuştur su.

Ülkü Gözen Stewart

YORUMLAR

  • 0 Yorum