Eskiden köyde kuraklık baş gösterdi mi, yaşlılar “Hadi bir yağmur duası edelim” derdi. Öyle eller havaya kalkmazdı hemen. Herkes öğle namazından sonra köyün merasına gider, ellerini yere doğru açar, Allah’tan yağmur isterdi. Sessiz bir tevekkül, içten bir yakarıştı bu. Ardından imece usulü yemek hazırlanır, herkes elindekini ortaya koyar, bir keşkek pişerdi ki tadı hâlâ damağımızda.
Hayırdan maksat, karın doyurmak değil; gönül doyurmak, hal hatır sormak, dostluğu pekiştirmekti. O gün köyde dargın kalmaz, kimse küs oturmazdı o sofraya. Duayla bereket dilenir, lokmayla muhabbet yeşerirdi.
Ama şimdi bakıyorum da, bu güzelim gelenek ne hale gelmiş? Dua arka planda kalmış, sofralar gösterişe dönüşmüş. Her köy “Komşu yaptıysa biz de yapalım” der olmuş. İşin içine siyaset karışmış, muhtarlar gelen siyasilere şirinlik yarışında. Allah rızası için değil, reklam uğruna yapılan hayırlar bunlar artık.
Her hafta bir köyde hayır var; yöneticiler, siyasiler gitmek zorunda hissediyor. Ne dua, ne bereket… Herkesin derdi başka. Bir yandan ekonomik kriz, öbür yandan israf. Etler kesiliyor, sofralar kuruluyor, ama ruh yok, anlam yok.
Bu duruma “dur” deme zamanı gelmedi mi sizce de? Gelenekler elbette yaşasın, ama özüne uygun yaşasın. İçini boşaltıp sadece şekliyle övündüğümüz her şey bizi biraz daha yoksullaştırıyor.
Unutmayalım: Dua ellerle değil, niyetle yapılır. Sofralar kalabalıkla değil, samimiyetle bereketlenir.
TAHSİN TUNA
YORUMLAR